Tüm zamanlar boyunca insanları birbiriyle ya da hisleriyle bağlayan gökyüzünün kozmik güzelliği; Brezilya doğumlu, Brooklyn merkezli Theo Pinto’nun resimlerinin görünümünü oluşturuyor. Temiz çizgiler ve parlak yüzeylerle, gün ışığının farklı halleri üzerinden paylaşılan anlara odaklanan sanatçı “Skyscapes” serisinde anlatımını, renklerin dinginliği ve sadeliğin derinliğinde buluyor. Sanatçıyla, The Pill’de gerçekleşen Avrupa ve Ortadoğu’daki ilk kişisel sergisi ve gözün gördüğü ile kalbin duyduğuna dair bir diyalog sunan “Skyscape” hakkında konuştuk.
Panellerinin her biri, farklı zaman dilimlerinde gökyüzünün yeryüzüyle buluşmasının büyüleyiciliğe dair atmosferler ve evreler yaratsa da odağının “an” olduğunu belirtiyorsun. Zamanın akışındaki renkler ve onların yansıdığı duygular senin ilhamın içinde birbirini nasıl dönüştürüyor?
Çalışmalarımda öznenin ışığın kendisi olduğu anlara, yayıldığı engin alan ya da boşluğa, ışığın niteliği ile görünümüne ve bilinçteki etkilerine odaklanıyorum; bu da genellikle izleyiciyle işin manevi doğasını birbirine bağlayan meditatif bir deneyim getiriyor. Tüm perspektif izlerini veya temsil unsurlarını silerek, ben ve izleyici çalışmayı içimizde bize hissettirdiği şekliyle tanımlamakta özgürüz. Resimlerimin renkleri doğal dünyadan ilham alıyor, ancak geleneksel anlamda doğanın belirli bir görüntüsünü yeniden yaratmaya çalıştığımı söyleyemem. Yaşadığımız doğal dünyaya bir bakış üretiyorum, ki o da içimizdeki haliyle anlam buluyor. Gökyüzü sınırsızdır; ben zamanın içinde bir anı, duyguyu, kendi renk yorumumu ve rengin birbirine nasıl tepki verdiğini dondurarak enginliğini sınırlıyorum.
"Türkiye’ye geri dönmeme sebep olan bir davet almak, benim için hikâyenin sonundan ziyade bir haccın tamamlanması gibi."
The Pill’de açılan Skyscapes sergini üç sene önce Konya’da bir dergâhta başlayan hikâyenin tamamlanma serüveni olarak yorumlama sebebin nedir?
Konya benim için yeniden doğuş yeriydi. Bu deneyim hayatımı yeniden yönlendirdi ve sanat alanında üretim isteğime anlam ve amaç aşıladı. Yolculuğumdan kısa bir süre sonra, sanatım manevi pratiğimin bir uzantısı haline geldiğinde Skyscape serime odaklanmaya ve geliştirmeye başladım. Aynı zamanda bu deneyimden sonra Tasavvuf’a çok benzeyen, Tanrı’yı sevgide bulmak ve özlemi içinde kendimizi kaybetmekle ilgili olan Bhakti'nin manevi yolunu buldum. Birçok yönden çalışmalarımı göstermek için Türkiye’ye geri dönmeme sebep olan bir davet almak, benim için hikâyenin sonundan ziyade bir haccın tamamlanması gibi. Bu kurgunun bundan 3 yıl önce beni Konya'ya getiren aynı mistik el tarafından planlandığını görmekten kendimi alamıyorum. Beni sonsuza dek değiştiren yer, insanlar ve gelenekle işlerimi paylaşma fırsatım için tevazu duyuyorum. Çalışmamın ruhsal yolculuğumun doğrudan bir uzantısı olduğunu fark ettim; yaratıcı sürecimin, yapabileceklerimin ve paylaşabileceklerimin henüz emekleme aşamasındayım. Biliyorum ki sanatım ve yolum Tanrı'yı hatırlayabildiğim ölçüde ortaya çıkacak.
Geometrik soyutlamalar olarak temellenebilecek tuval biçimlerinin sergi alanındaki birlikteliğinin kurgusu nasıl?
Pill'deki sergi alanı, mimariden başlayarak geçmişimden bir dizi öğe barındırıyor. Galeriye girenler için mekânsal bir deneyim yaratmak adına giriş alanındaki kemerleri tasarladım. Rumi'nin Konya'daki türbesinden esinlenen bu sergide tekrar eden bir tema olan üç kemer, girildiğinde tapınak benzeri bir çağrışım yapıyor. Panellerin geometrik formlarının hepsi birbirine bağlı; daire, dikdörtgen ve kemer. Ayrıca üç dairesel tabloyu ağırlayan üç kemer kapısı, bir triptik kemer, üç büyük dikdörtgen panel ve üç çalışmayla sergi kapsamında üçün sayısal tekrarı bulunuyor.