San Francisco'da yaşayan Duygu Gün ve İstanbul'da yaşayan Bengü Gün eş küratörlüğünde gerçekleşen Sounds Like Home: Longing and Comfort Through Lullabies sergisi, SOMArts San Francisco'da sanatseverlerle buluştu. Ninniler üzerinden göç, kaybolan diller, ebeveynlik, uzaklık ve özlem gibi konuları ele alan uluslararası sergide, Güneş Terkol, İris Ergül ve Ceyda Oskay gibi Türkiye'den üç önemli sanatçı da yer alıyor. 22 Ağustos 2021 tarihine kadar ziyarete açık olan sergi, 16 Temmuz'dan itibaren çevrimiçi olarak da ziyaret edilebilecek.
Serginin küratörleri Duygu Gün ve Bengü Gün ile sergi özelinde kısa bir soru cevap gerçekleştirdik. Röportaj: Zeynep Bolat
Bengü Gün & Duygu Gün
Sounds Like Home sergisini kurgularken sizi bu konunun etrafında bir araya getiren ve kendi çocukluğunuzdan hatırladığınız en eski hikayeden bize bahsedebilir misiniz?
Duygu Gün: Uzun yıllardır farklı ülkelerde yaşıyorum. Ailemin tersine benimki zorunlu bir göç değil, daha çok farklı kültürleri tanıyabileceğim, gönüllü bir göç hali. Fakat özlem ve esas benim olanla bağ kurma isteği ya da onun tam olarak ne olduğunu anlamaya çalışmak her zaman zihnimde dönen konular oldu. Ailem gibi ben de köklerimle müzik aracılığıyla bağ kuruyorum, aslında müzik benim ihtiyaç duyduğum güvenli ortamı sunuyor. Duyduğum ya da söylediğim bir tını beni eve ya da farklı zamanlarda bulunduğum evlerime götürebiliyor. San Francisco'da göçmenlerin çoğunlukta olduğu müzik ile iç içe bir ortamda yaşıyorum, bu duyguların evrenselliğini görmek de beni bu konular üzerine düşünmeye itti. Sergi aslında çoğumuzun huzurlu ve güvende hissettiği o ana gidebilme isteğinden yola çıktı.
Bengü Gün: Belli bir hikayeden ya da 'an'dan bahsetmek zor gerçekten. Bellek tam çözümlenmemiş karmaşık bir yapıya sahip, tekrarlanan anıların birleşimi, bu anıların bir duygu ile beynimizde kodlanması ve bir sesle ya da kokuyla yeniden aklımıza gelmesi. Müzik evimizde her zaman özlem gidermek için, anıları canlandırmak için bir araç oldu. Sohbetin nerde bitip müziğin nerede başladığı belli olmayan bir dost ya da aile sofrası gibi bir anılar bütünlüğünün verdiği bir ilham diyelim...Giritçe şarkıların bolca söylendiği, bizim sözlerini bir türlü anlamadığımız ve merakla ne demek diye sorduğumuz zamanlardan ilham alıyor bu sergi.
Sounds Like Home sergisi, kültürel belleğin önemli bir aktarıcısı olan sözsel ve işitsel geleneklerin, ninnilerin, masalların etrafında farklı disiplinlerde çalışan ve farklı kültürlerin aktarıcısı sanatçıların çalışmalarını bir araya getiriyor. Sanatçılar ile kurduğunuz kültürel yapıyı bize anlatabilir misiniz?
Duygu Gün: Ninnilerin armonik yapıları ve içerikleri üzerine bir araştırma yaparak başladık çalışmaya. Farklı coğrafyaların ninnileri muzikal benzerlik gösterse de her kültürün kendine özgü bir hikaye örgüsü var. Bir yandan da evrensel bir hikaye anlatma formu olduğu için birçok sanatçıya esin kaynağı olmuş ninniler. Araştırma aşamasında ninniler üzerine çalışan ve ninnileri farklı şekillerde ele alan birçok etnomüzikolog ve sanatçıyla tanıştık. Ebeveyn çocuk ilişkisi, göç hikayeleri ve bellek üzerine çalışan birçok sanatçı ile yollarımız kesişti. Sanatçıların hepsi farklı bir kültürel alt yapıdan geliyor ve çoğu aslında kendi perspektiflerinden ninnileri ve çocuk şarkılarını toplayarak bize farklı hikayeler anlatıyor.
Bengü Gün: Bu süreçte karşılaştığımız tüm hikayeler konuya merakımızı da artırdı. Sergiyi kurgularken olabildiğince çok sese ve coğrafyadan hikayeye yer verebilmeyi hedefledik. Ninniler ve çocuk şarkıları aslında bu hikayeleri anlatabilmek için bir araçtı. Nasıl ki hafıza birçok anıyı seslerle bağdaştırıyorsa Sounds Like Home da farklı hikayeleri ninniler aracılığı ile bir araya getirdi. Sergi, evinden uzaklaşmak zorunda olan, farklı bir ülkede var olmaya ve anılarını korumaya çalışan insanların hikayelerine, hapisteki babaların çocukları için kaydettikleri ninniler aracılığıya yargı sistemlerindeki ırkçı ve ayrımcı yapıya kadar farklı konuları ele alıyor. Kadına yönelik şiddetin temellerinin aslında masum görünen çocuk şarkılarında nasıl gizli olduğunu, aynı zamanda artık unutulmakta olan dillerin korunması için ne kadar önemli bir araç olabileceği gibi çok farklı konulara değiniyor.
Müzik, Sounds Like Home sergisinin kilit noktasını oluşturuyor. Serginin küratörleri olarak, bu sergiyi hazırlarken ilham aldığınız ve bu serginin müziği bu olmalı dediğiniz bir parçayı bizimle paylaşabilir misiniz?
1979'da Yuri Norstein'ın yönetmenliğini yaptığı ve tüm zamanların en iyi animasyon yapımı olarak nitelendirilen Skazka Skazok (Türkçe'ye Masalların Masalı olarak geçmiş ve orjinal adını Nazım Hikmet'in aynı isimli şiirinden almıştır) filmin sonundaki kurtun küçük bebeği sakinleştirmek için söylediği Rus ninnisi bu serginin müziği olabilirdi. Filmin tüm müzikleri güzel, tamamını izlemek için bu linki kullanabilirsiniz.
Türk sanatçılar Güneş Terkol ve İris Ergül'e sergide yer alan çalışmalarını ve hikayelerini sorduk.
Güneş Terkol: "hu hu hu" serisi ninniler, fantastik rüyalar ve hikayelerden oluşuyor. Figürler ve fantastik desenler yan yana geldiğinde çok katmanlı bir dünya yaratıyor. Dişi kültür direnişi, toprak ana, fikirlere gebe kadınlar, çocukluğumun tatar ninnileri üzerine şiirsel bir yerleştirme tasarladım. Seride başlangıç, gelişme ve sonucu olan bir hikaye değil; her çalışmada izleyicinin hafızasını tetikleyecek anlar, durumlar, objeler yaratmaya çalıştım. İmgelerimin hem belirsiz hem de tanıdık olması, her izleyicinin farklı bir deneyime sahip olmasına, kendi hayal alemlerine girebilmesine ve kendi hikayelerini yaratmasına açık.
Daha çok sargı bezi veya ikinci ten diyebilecegim hafif, uçuşkan ve kırılgan tüllere dikişler yapıyorum. Tercih ettigim kumaşlar ışık, rüzgar, ses ve gölgenin geçirgenliğine izin veriyor. Bu malzemenin transparanlığı ile hikaye içinde hikaye yaratabiliyorum. Kumaşları doğal boya ve toz boyalar ile renklendiriyorum. Malzeme zaman içinde bana dokunma ve paylaşma üzerine çok şey gösterdi. Domestik olarak görünen bir yöntemle feminist fikirlerin ifade edildiği bir yolda, yeni diyaloglar açmak üzere işlerime devam ediyorum.
İris Ergül: Sergide iki yapıtım yer alıyor. Yaşlı Dişi-Sırtlan, çocukken yazları çiftlikte uzunca birlikte vakit geçirdiğim anneannemden esinleniyor. Bu giysi-heykel anneannemin hem dişil hem eril enerjileri içinde barındıran, hayvanlarla ve bitkilerle kurduğu ilişkileriyle bana ilham veren karakterini yansıtan bir portre niteliğinde. Sergide heykel ile birlikte heykelin içine girerek ormanda yaptığım performanstan fotoğraflar da yer alıyor. Şamanik törenlerden ve anneannemin insanlar ve insan-olmayan tüm varlıklarla kurduğu iyileştirici ilişkilerinden ilham alan bu performans aynı zamanda bir yas tutma ve onun bana kimi zaman kendi ana dili olan lazcadan şarkılar ve hikayelerle aktardığı kültüre saygı duruşu niteliğinde.
Codex Compost adlı işimde ise çocukluk anılarım ve anneannemin anlattığı hikayelerden beslenen ve tüm bu hikayelere benzer şekilde gerçek olanla hayali olanın iç içe geçtiği bir alan yaratmak istedim. Hikaye anlatıcılığına benzer bir karakteri yansıttığı için tercih ettiğim rulo kağıtlarla oluşturduğum bu kompozisyonda eski resimli hayvan ve bitki kitaplarından, ansiklopedilerden -modern dünyanın bilgiyi aktarma araçlarından- bulduğum tuhaf imgeler birer hortlak gibi anılarıma musallat oluyor. İnsan-merkezci bakış açısı kategorize edilemeyen, yarım kalmış, aksak imgelerin olmadık bir şekilde yan yana gelişiyle alt üst edilmeye çalışılıyor.