İnovasyon ve teknolojiyi yüksek fonksiyonlu arzu nesnesi tasarımlara dönüştüren Dyson, kulaklık pazarına giriş yaptığını duyurmuştu. Bu yıl piyasaya sürülmesi planlanan Dyson Zone’u deneyimlemek ve markanın kurucusu Sir James Dyson ile tanışmak üzere Paris’in en önemli sanat mekanlarından Palais De Tokyo’daki etkinliğe katıldım. Mucit ve girişimci James Dyson’ın elektrikli süpürgeden elektrikli otomobile uzanan pek çok başarı ve başarısızlık hikayesini barındıran kariyer yolcuğunu birebir kendisinden dinleme fırsatı buldum.
Paris her zaman ilham dolu bir şehir oldu benim için. Pandemiden bu yana ilk kez gitmek, üstelik de ilgiyle takip ettiğim Sir James Dyson’la tanışmak üzere gitmek heyecanımı ikiye katladı. Bu etkinliğin Paris’te gerçekleşiyor olmasının sebebi, müzenin retrospektif niteliğinde bir sunum gerçekleştirmek üzere James Dyson’ı davet etmesi. Bir markanın yaratıcısının Dünyanın önde gelen sanat müzelerinden birisine “icatlarını” anlatmak üzere davet edilmesi pek rastlanan bir durum değil aslında. Dyson’ın davet edilmesindeki en önemli sebep teknik ve fonksiyonel performans açısından rakiplerinin çok üzerindeki tasarımlarının artık sadece mühendislikte değil sanat dünyasında da önemli bir yere sahip olması. Bu anlamda bu etkinliğin çok değerli olduğuna inanıyorum.
Sir James Dyson'ın tam olarak ne tür bir iş yaptığını söylemek kolay değil. Kendisini en iyi tanımlayan kelime: “mucit”. Ama şüphesiz bir yandan da başarılı bir tasarımcı ve girişimci. Gerçek bir sanat aşığı. Palais De Tokyo’daki zihin açan konuşmasını tamamlarken kendisini “çiftçi” olarak da tanımlıyor. Son yıllarda tarım teknolojisine ciddi yatırımlar yapmış. Hatta şimdiden Büyük Britanya'nın önde gelen bezelye ve patates üreticilerinden biri haline gelmiş. Tabi bunu da kendi bildiği yoldan, yüksek teknoloji, robotik üretim ve sürdürülebilirliği bir araya getirerek yapıyor.
Her şey 1978'de kendi elektrikli süpürgesinin işlevinden memnun olmadığını fark etmesiyle başlıyor. Bambaşka bir proje kapsamında geliştirdiği, boya parçacıklarını havadan ayırmak üzere bir merkezkaç kuvvetinin yaratıldığı endüstriyel siklon kulesi tasarımından ilham alan genç mühendis Dyson, dünyanın ilk torbasız elektrikli süpürgesini yaratırken buradaki prensibi uyguluyor. Beş yıllık araştırma ve geliştirme sürecinin ve 5.127 prototipin ardından neredeyse iflas ettiğini söylüyor ancak sonunda geliştirdiği teknolojiyi bir Japon şirketine satmayı başarıyor. Kendi teknolojisini kendi markası adına lisansladığı ilk ürün ise 1993’te piyasaya sürdüğü ilk elektrikli süpürgesi DC01 oluyor. Öyle ki DC01 tasarımı, Sex Pistols ve Pompidou Center'ın da yer aldığı “on yılın en iyi tasarımları” listesine giriyor.
Dyson’ın konuşmasında beni en çok etkileyen nokta başarılarıyla övündüğü kadar başarısızlıklarını da sahiplenmesi. Bunları anlatmaktan çekinmediği gibi aksine başarısızlıklarının ona kattıklarını çok değerli buluyor. Örneğin 2000 yılında piyasadan çektiği robot süpürgeyi anlatırken, "120 sensöre ve yaklaşık 18 pil hücresine sahipti. Çok pahalı olduğu için kimsenin almayacağını anladım." diyor ve gülüyor. Ancak bu başarısız girişim, robot teknolojisinin günlük hayatımızda oynayabileceği etkili role dair aklında yeni ufuklar açmış. "Robot teknolojisinin geleceğinin görüş sistemlerinde olduğunu fark ettim. Bu, görebilmek, filme alabilmek ve gördüklerini yorumlayabilmekle ilgili." Bu sayede yapay zeka aracılığıyla evinizin dış hatlarını bilen ve talimatlara göre temizlik yapan orijinal robot elektrikli süpürgenin daha rafine bir versiyonu olan Dyson 360 Heurist'in tohumlarını atıyor.
O zamandan bu yana Dyson’ı ikonik bir tasarım markasına dönüştüren pek çok ürün var. Saç düzleştiriciler, hava temizleyiciler, elektrikli süpürgeler… Etkinlik sonrası bir gazeteci, Dyson’ın teknoloji geliştirirken hangi ürüne öncelik vereceğine nasıl karar verdiğini soruyor. Soru oldukça ilgimi çekti. Bir saç kurutma makinesini arzu nesnesine dönüştüren bir markadan bahsediyoruz burada. “Göz alıcı ürünlere hiçbir zaman ilgi duymadım. Elektrikli süpürgeler gibi daha sıradan, sıkıcı ve hatta nahoş ürünleri seviyorum ve onları ilginç ve güzel yapmaya çalışıyorum. Çekici olmayan şeyleri üstlenmeyi ve onların daha iyi çalışmasını sağlamayı seviyorum.”
Aslında burada Dyson’a ait net bir felsefe görmek mümkün. Tüm bu felsefeyi, başarılarını ve başarısızlıklarını 2021 yılında çıkan Invention: A Life adlı anı kitabında anlatmış. (Henüz Türkçe’ye çevrilmemiş ancak İngilizce versiyonunu bulabilirsiniz.) Dyson, belirsizlikle başa çıkma konusunda daha fazla güven aşılamak istediği için artık bilgisini gelecek nesillere aktarıyor. Londra'daki Dyson School of Design Engineering ve London Royal College of Art'taki The Dyson Building kampüsleri gibi tümü bilim, teknoloji, mühendislik, sanat ve matematik müfredatı etrafında dönen bir dizi eğitim tesisi de kurmuş.
Etkileyici sunumun ardından Dyson Zone kulaklıkları ilk kez canlı olarak görebileceğimiz deneyim alanına geçiyoruz. Son derece fütürist görünümlü tasarımda mavi ve bakır renkleri öne çıkıyor. Tasarımı diğer kulaklıklardan ayıran en önemli özelliği kulaklık fonksiyonunun yanı sıra burnunuza ve ağzınıza temiz hava pompalayan çıkarıp takılabilir bir ağızlık kısmının olması. Ürünü sadece fotoğraflarından gören biri olarak fiziksel deneyimde daha kullanılabilir boyutlarda buldum. Headphone tarzı kulaklıkları çok tercih etmesem de özellikle genç nesil bu tür tasarımlara yoğun ilgi gösteriyor. Tasarımın bir diğer önemli akustik özelliği de gürültü engelleme konusundaki iddiası. Kulak yastıkları, ekstra konfor için kulağın kıvrımlarına göre daha düz ve açılı görünürken, gürültü engelleme özelliğinin de sesi 40 desibele kadar azaltabileceği lanse ediliyor.
Dyson Zone, müzik tutkunlarının yanı sıra hava kirliliği konusunda endişe duyan önemli bir kitleye de hitap ediyor. Nerede olursanız olun temizlenmiş hava soluyabilmeniz için şehir dumanlarını ve diğer kirleticileri filtreleyebilen iki aşamalı bir hava temizleme sistemine sahip. Etkinliğin ertesi günü James Dyson’la basın mensuplarının yer aldığı bir roundtable’a katılma fırsatım oldu ve orada sorulan sorulardan birisi de bu özellik üzerineydi. Dyson olarak air science- hava bilimi konusuna yoğun bir şekilde eğildiklerini ve Dyson Zone gibi giyilebilir cihazların özellikle Çin gibi hava kirliliği yüksek ülkelerde kullanımının artacağına değiniyor. Bu çok önemli bir nokta. Dyson Zone’un, markanın geliştirdiği ilk giyilebilir cihaz olduğunun tekrar altını çizmek gerek. Görünen o ki sonuncusu olmayacak.
Diğer ülkelerden basın mensuplarının da katıldığı soru-cevap etkinliğinde kendisine benim de uzun zamandır üzerine çokça kafa yorduğum yapay zeka konusunda ne düşündüğünü ve tasarımlarındaki yerini soruyorum. “Kesinlikle, yapay zekayı ürünlerimizde kullanıyoruz ve kullanmaya devam edeceğiz. Yapay zekadan bahsettiğimizde robotik üretim, makine öğrenimi, yeni nesil motorlar, bağlantı ve malzeme bilimlerinden bahsediyoruz. Yapay zeka bir şeyleri değiştiriyor, insanların yaşamlarını iyileştirecek ve kirliliğe karşı savaşa yardımcı olacak.”diyor. Bir markanın ötesinde gerçek bir teknoloji geliştiricisi olan Dyson’ın tasarımı estetikle buluşturan yeni ürünlerini merakla bekliyoruz.