top of page
Onur Çoban

do[x] Architecture'dan Geçmişi Gelecekle Buluşturan Müze: İslam Medeniyetleri Müzesi


Fotoğraflar: Alp Eren - Altkat Architectural Photography

2016 yılında Dicle B. Özdemir ve Kadir Uyanık tarafından kurularak insan ihtiyaçları ve çevre duyarlılığını esas alan bütüncül tasarımlar üretmeyi hedefleyen do[x] architecture ile son projeleri olan İslam Medeniyetleri Müzesi üzerine sohbet ettik.

İç mekan müze ve sergi tasarımını üstlendiğiniz İslam Medeniyetleri Müzesi, dini ve kültürel ögeleri modern ve çağdaş bir yaklaşımla sergileyerek özgün bir müze deneyimi yaratıyor. Müze tasarımı hikayesinden ve tasarladığınız sergi senaryosundan bahsedebilir misiniz?


Öncelikle araştırma ve içerik geliştirme odaklı bir süreç yürüterek bir çalışma hazırladık. Bu çalışma, İslam felsefesini odağında tutan ve İslam kültüründe yer alan eserlerin sergilenmesine yönelik bir müze/sergi önerisiydi. Böylelikle ‘müze’ fikri ve içerik daha kapsamlı ve kapsayıcı bir tarafa evrildi. Akabinde Topkapı Sarayı Müzesi, Türk İslam Eserleri Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzesi, Vakıflar Müzesi, İstanbul Türbeler Müzesi, Saray Koleksiyonları Müzesi gibi 6 önemli müzenin envanterinde yer alan ancak daha önce hiç ziyaretçinin seyrine sunulmamış eserlerden bir envanter oluşturulması kararı alındı. Müze’nin adı ‘İslam Medeniyetleri Müzesi’ olarak belirlendi. Sonrasında çok hassas ve incelikli bir çalışma yürütmeye başladık. Belirlenen tema çerçevesinde sergilenebilecek eserler, bahsettiğimiz müzelerin yetkilileri ve uzmanlar ile seçildi. Müzelerin depolarında vakit geçirerek eserlerin kondisyonlarını tespit edip ölçülerini aldık ve 3 boyutlu modellerini hazırladık. Envanter çalışması tamamlandıktan sonra İslam felsefesi konusunda çalışan danışmanlar ile senaryo oluşturma aşamasına geçtik. Bir kurgu oluşturarak sergileme yöntemleri ile ilgili fikirler üretmeye başladık. Her sergi bölümünü İslam felsefesinde yer alan kavramlar ile tanımladık. 7.yy’dan 19.yy’a kadar tarihlenen yaklaşık 400 eserin 14 galeri boyunca yerleşimini yaptık. Mevcut mekanı ise İslam sanatından ve mimarisinden referans alan ögeler/geometriler ile entegre bir sergi mekanına dönüştürmeyi hedefledik.



“Bir yandan her bir eserin kendi bağlamıyla, önemini/biricikliğini koruyarak sergide yer almasını sağlamaya çalışırken bir yandan da mimari ögelerin, grafik anlatımların ve görsel-işitsel yerleştirmelerin bir bütün olarak çalıştığı etkili bir anlatım yaratmaya çalıştık.”




Örneğin, Müze’nin giriş alanında yer alan ‘Hayat Ağacı’ İslam dininin evrenselliği ve birliği kavramlarını temsil ediyor. İslam mimarisinde önemli bir yere sahip olan ‘Mukarnas’ bezemesinin bir yorumu olarak ele alıp geliştirdiğimiz geometri, mekanın tavanına ve zeminine yayılarak sonsuzluğa uzanan bir referans oluşturuyor. Bu alanı, ziyaretçinin müze deneyimine başlamadan önce birleştirici ve sonsuz bir temsil ile karşılaştığı/tanıştığı hazırlık mekanı olarak tanımlıyoruz. Tasarım sürecini ise üç etap olarak ele aldık. Birinci etapta envanter listelerinin oluşturulması, sergi senaryosu yazılması ve bu senaryonun mekana yerleştirilmesi sağlandı. İkinci etapta Müze’deki genel mekanların ve sergi mekanının tasarımı, vitrin tiplerinin belirlenmesi ve yerleşimi yapıldı. Üçüncü etapta ise sergide yer alacak her eser için ayrı bir tasarım süreci yürütüldü. Özellikle vitrin içinde sergilenecek eserler için eserlerin konumu, her esere özel boyutlarda kaide, askı ve aparat tasarımının yapılması, vitrin içi malzeme ve renk kararlarının verilmesi bu etapta yoğunlaştığımız konular oldu. Tekstil nitelikli eserler için (kabe örtüsü, kaftanlar, tılsımlı gömlekler gibi) kumaş kaideler tercih ederken, yazma eserler için (Kuran-ı Kerim, Bilim Kitapları, Haritalar gibi) metal kaideler tercih ettik. Tüm sergi bölümlerinde sergilenen eserlerin bünyesindeki renklere referansla vitrin ve mekan renklerine karar verdik.



Projeyi hayata geçirirken, tasarım ve uygulama aşamalarında karşılaştığınız en önemli zorluklar neler oldu? Bu zorluklarla başa çıkarken izlediğiniz stratejiler ve ekibinizin yaratıcı yaklaşımları nelerdi?


Kapsamlı bir müzeyi baştan yapısal olarak, yani mimari yaklaşımı, yakın çevresi ve serginin senaryo kurgusu ile ilişkili ele almak bizim öncelikli tercihimiz olurdu, ancak bize tanımlı bir alan verilmesi mekanı müzeye dönüştürürken ihtiyacımız olan boşlukları yaratmak açısından zorlayıcı oldu. Mekanın taşıyıcı sistemi otopark ile aynı aks sistemine sahipti ve kat yüksekliği yetersizdi. Başta karamsar bir yaklaşım sergilesek de zamanla mevcut problemleri yaratıcı çözümlere dönüştürmeye başladık. Mesela giriş alanında yer alan Hayat Ağacı aslında galeri boşluğunun ortasında kalan mevcut bir kolonu dönüştürme çabası ile ortaya çıktı. Ses Tüpleri bölümünde de mekana denk düşen 2 adet kolonu tüplerle aynı oranda boyutlandırarak mekana ve tasarıma dahil ettiğimiz bir çözüm ürettik. Mekanın daha parçalı algılanmasını sağlayacak plan çözümleri ile de kat yüksekliğindeki kısıtlılığı daha oranlı algılatmaya çalıştık.


Dijital yerleştirmeler için talep edilen teknik altyapıların, özellikle büyük boyutlardaki cihazların tasarıma dahil edilmesi de zorlayıcı bir süreçti. Bu konuda da hem ekipmanların güvenliğini sağlayabilmek hem de görsel olarak ön plana çıkmasını engelleyebilmek için tüm tasarım ve uygulama ekipleriyle yoğun bir çaba harcadık. ‘Kubbe’ bölümünde mesela ortada yaptığımız dairesel bilgi ve etiket kiosku aslında zemine yerleştirilen 5 adet projeksiyonu kapatmak için sonradan mekana dahil ettiğimiz bir tasarım oldu. Ab-ı Hayat bölümünde de kapsayıcı deneyim alanındaki görüntü kalitesini arttırmak için zeminde yer alan, özenle seçtiğimiz masif meşe parkenin gri renk boyanmasına razı olmak durumunda kaldık.


Müze’de özel olarak ele aldığımız bazı tasarım ögeleri mevcut. Hayat Ağacı, Kubbe, Ab-ı Hayat, Ses Tüpleri, girişteki logo duvarı gibi alanların üretim ve uygulama süreçleri standart üretimin dışında olmaları sebebiyle bir miktar zorlayıcı oldu. Hayat Ağacı, mevcut kolonun etrafına örülen çelik strüktürün üzerine monte edilen hepsi birbirinden farklı ahşap panellerden oluşuyor. Bütün ahşap paneller tek tek çizilerek sahada üretildi ve üretilen her parçanın strüktür üzerinde uyum kontrolleri yapıldı. Ab-ı Hayat’ın çeşmesi mermer bloktan oyularak üretildi ve düzgün bir ürün çıkması için çok hassas bir çalışma yapıldı.


İstediğimiz sonuçlara ulaşabilmek için tüm ekiplerle koordineli ilerlediğimiz ve üretim sürecinin bilfiil içinde yer aldığımız bir proje süreci geçirdik. Bunlar bir taraftan da bizim için çok iyi tecrübeler oldu. Şu an yürüttüğümüz müze projelerimizin hem tasarım hem de uygulama süreçlerinde çıkabilecek problemleri daha net görebiliyor ve önlemler alabiliyoruz.



 

"İllüstrasyonlar, kapsayıcı deneyim alanları, oyunlar, interaktif videolar ve görsel-işitsel yerleştirmeler “müze” kavramını didaktik ve sıkıcı olmaktan çıkartıp daha eğlenceli ve merak uyandırıcı bir tarafa eviriyor. İslam Medeniyetleri Müzesi’ndeki deneyim alanlarının da ziyaretçi ile yüzyıllık eserler arasındaki mesafeyi ortadan kaldırdığını düşünüyoruz."


 

Mimari ile bütünleşik görsel/işitsel/sanatsal yerleştirmeler ve geniş grafik anlatımlar, hikaye anlatımı ve sergi kurgusunda nasıl bir rol oynuyor? Kapsayıcı görsel-işitsel deneyim alanları ziyaretçilerin duygusal ve zihinsel yolculuğunda nasıl bir etki bırakıyor?


Sergi senaryosunu kurarken aslında önce zihnimizde sonra da tasarımda hikayeyi bir sahneye yerleştirmeye çalışıyoruz. Grafik anlatımlar, görsel-işitsel yerleştirmeler ve hatta mekanın kendisi bu sahnenin tamamlayıcıları oluyor. Yüzyıllar öncesinden günümüze gelen eserleri, bağlamı ve hikayesi ile ziyaretçiye aktarmanın çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu aktarımda çoklu duyusal etkileşimin sağlanması ise daha zengin ve akılda kalıcı bir deneyim sunuyor. Müze’de yer alan soyut kavramları, konu hakkında farklı düzeyde bilgiye sahip ziyaretçiler, özellikle de çocuklar için daha erişilebilir kılıyor. İllüstrasyonlar, kapsayıcı deneyim alanları, oyunlar, interaktif videolar ve görsel-işitsel yerleştirmeler “müze” kavramını didaktik ve sıkıcı olmaktan çıkartıp daha eğlenceli ve merak uyandırıcı bir tarafa eviriyor. İslam Medeniyetleri Müzesi’ndeki deneyim alanlarının da ziyaretçi ile yüzyıllık eserler arasındaki mesafeyi ortadan kaldırdığını düşünüyoruz.



İslam mimarisinin anlatıldığı bölümde ‘Kubbe’ kavramını ele alırken ziyaretçinin hem bu formun yapısal bileşenleri ile ilgili bilgiler aldığı grafik anlatımlar, şemalar kullanıyoruz hem de 8 önemli caminin kubbesinden çekilen fotoğrafların temsili kubbeye yansıtıldığı görsel-işitsel bir deneyim sunuyoruz. Bu deneyim, bir ‘gök’ temsili ile başlıyor, göğün kubbeye dönüşümü ve ibadet mekanlarındaki mimari bir ögeye dönüşmesinin hikayesini anlatıyor. Fotoğrafların ait olduğu camileri daha detaylı incelemek isteyenler için de alanda interaktif bir bilgi kiosku yer alıyor. Ziyaretçi, tüm bu bağlamsal anlatı ve deneyimle birlikte bu bölümden ayrıldığında ‘kubbe’ hakkında kapsamlı bir bilgi sahibi oluyor.


Ab-ı Hayat ise İslam felsefesinde ‘su’yun önemini ziyaretçiye aktarmak üzere mimari bir yorum olarak ele aldığımız bir temsil bölümü. Burada da yine bu alana özel olarak tasarladığımız, referansını İslam mimarisi ve geometrisinden alan bir çeşme mevcut. ‘Su’yun doğuşu, çeşmenin yüzeyinden dökülerek zeminde kayboluşu, üzerine düşen ışık hüzmesi, mekandaki sürekli su sesi ile aslında tüm bir yaşam döngüsü temsilinin mekânsal deneyime dönüşümünü görüyoruz.


İslam’ın Yayılması ve Fetihler gibi ziyaretçi için takip etmesi ve ilişkilenmesi zor olan tarihi konular ise yine üçüncü boyut verilerek üretilen haritaların üzerine yansıtılan videolar ile görsel-işitsel deneyimlere dönüşüyor.


‘İlk Mabed’ bölümünde, bir yanda bu yapıların mimari çözümlemelerinin yer aldığı grafik anlatımları diğer yanda ise sergide yer alan ve ‘İlk Mabed’ ile ilişkilendirilen eserlerin yapıların hangi bölümlerinde yer aldığı ve nasıl kullanıldığını anlatan şemaları görebilirsiniz. Bu da ziyaretçiye eserler ile birlikte bağlamı da aktarmayı sağlıyor.


Bu aşamalarda grafik tasarım ve dijital içerik geliştiren ekiplerin bizim müze içerisinde oluşturmaya çalıştığımız bağlamı anlaması ve tamamlayıcı/destekleyici içerikler üretmeleri de çok önemli hale geliyor. Şanslıyız ki, bu anlamda da verimli bir çalışma süreci yürütebildik ve sonuçlar çok içimize sindi.



Ziyaretçilere çoklu duyusal deneyimler yaşatan yenilikçi pek çok ögeyi görüyoruz tasarımda. Bunlardan en dikkat çekeni ses ile tedavi geleneğine ve İslam medeniyetinde müziğin önemine atıfta bulunan Ses Tüpleri yerleştirmesi. Sesi mimari bir element olarak kullanma fikri nasıl ortaya çıktı?

Ses ve müzik ile tedavi geleneği pek çok farklı inanış ve kültürde rastladığımız bir konuydu. Senaryo tasarımı aşamasında yaptığımız araştırmalarda İslam medeniyetlerinde de bu yöntemden çokça faydalanıldığını tespit ettik. Bu bağlamı ziyaretçiye aktarmanın en etkili yolu ise tedavide kullanılan müzik ve makamları deneyimletebilmekti. Ancak bir taraftan da müzedeki sessizliği ve ziyaret akışını bozmamak gerekiyordu. Bunun için hala sergiye dahil olabildiğiniz işaretli bir noktada bir tüpün içine girerek bu müzik ve makamları dinleyebiliyorsunuz. Tüplerin içerisindeki ses sistemi ise ziyaretçiyi algıladığı anda aktive olan ses duşu (audio-shower) sistemi. ‘Tüp’ fikri hem ses deneyimi için ziyaretçiye yarı kişisel bir alan yaratan hem de sesi müzenin tamamına yaymadan ziyaretçi ile buluşturan ve hatta etkisini arttıran yapısal bir eleman. Toplamda 10 adet tüp olan bu alanda sesin olduğu tüpleri bulmak ise eğlenceli bir deneyim.



Müze’de, ‘Ses Tüpleri’ bölümünün dışında da sesli deneyimler kullandığımız bölümler mevcut. 7.yy’a kadar tarihlenen Kuran-ı Kerimlerin yer aldığı bölümde 2 noktada ziyaretçiyi algılayan ses sistemi mevcut. Bu noktalarda durduğunuzda Kuran-ı Kerim’lerden bölümler duyabiliyorsunuz. Normalde çok yüksek makamlardan dinlemeye alıştığımız bu sesler akustik danışmanlar eşliğinde bir ‘fısıltı’ deneyimine dönüştürüldü. Yani ziyaret esnasında bir anda bir fısıltı duyuyorsunuz ve o fısıltı önünde durduğunuz eserden bir bölüm oluyor. Nümismatik bölümünde de madeni paraların ve sikkelerin ‘çın’ seslerini duyabildiğiniz ve ilişkilenebildiğiniz ses bölümleri mevcut. Bu sürprizler ziyaretçi için çok etkileyici deneyimler.


Müze Gazhane’de yer alan İklim Müzesi, Samsun Cerrahi El Aletleri ve Sağlık Müzesi gibi önemli kültürel yapıların tasarımında imzanız bulunuyor. Geleceğin müze ve sergileme mekanı tasarımında öne çıkacak en önemli ögeler neler?

Bizce en önemli konu ‘sürdürülebilirlik’ meselesi. Toplumsal olarak bu meselenin konuşulması, tartışılması ve daha bilinçli bir yola girebilmemiz için müzeler iki anlamda çok önem taşıyor. Birincisi bu mekanların eğitici ve öğretici tarafından yararlanarak bilinçlenmeyi sağlamak, ikincisi ise özellikle Türkiye’deki müze yapılarının daha sürdürülebilir mekanlar haline getirilmesi. Bu hem tasarım ve malzeme olarak hem de içerik olarak tartışılabilir. Tüm duyulara hitap eden, sahne tasarımlarının etkin kullanıldığı, ziyaretçi ile diyalog halinde olan mekanlar hayal ederken içeriğin de bu hayali desteklemesi gerekir. Yoksa mekânsal sürdürülebilirliği sağlamak pek mümkün değil. 10 yıl önce endüstriyel alanların ‘Endüstri Mirası Müzesi’ olarak kent hayatına katılması fikri çok çekici gelirken bugünden baktığımızda bu mekanlar iklim krizi meselesinin göbeğine oturabiliyor ve Gazhane’de olduğu gibi ‘İklim Müzesi’ne dönüşebiliyor. Dolayısıyla sergilerin daha dönüşebilir, güncellenebilir içeriklere uygun tasarımlar olarak ele alınması gerekeceğini düşünüyoruz.


Bir diğer konu teknolojik gelişmeler. Teknolojinin tüm hayatımızda kapladığı alan hızla artarken müzelerin de bu dünyaya aynı hızda adapte olması gerekiyor. Özellikle yeni müzelerin kapsayıcı olabilmesi için daha fazla etkileşimli alanlara sahip olması, sanal gerçeklik, artırılmış gerçeklik, yapay zeka gibi araçlarla daha derinlemesine bilgi aktarımı sağlayabilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’de bu dijital araçlar işin daha eğlence ve ticari tarafında kullanılıyor. Bunun da yakın gelecekte tüm müzelerde hikayeyi tamamlayıcı deneyimler olarak yer alması, bağlam ve mimari ile birlikte yorumlanan bilgi aktarım araçlarına dönüşmesini umuyoruz.


Bir de yakın geçmişte deneyimlediğimiz, yakın gelecekte de müze ve sergi mekanlarını, dolayısıyla bu mekanlardaki tasarım yaklaşımlarını farklı bir boyuta taşıyacak uzaktan erişim konusu var. Pandemi sürecinde pek çok müzenin envanterini dijital ortamda açık kaynak olarak sunduğunu ve müzelere sanal turlar düzenlediğini gözlemledik. Bu durumun hızla yaygınlaşacağını, içerik ve bilginin alternatif bir ortamda sunulabileceğini düşünüyoruz.



 

İçerik Danışmanı: Prof. Dr. Mustafa Küçükaşçı

Kurumsal Kimlik Tasarımı: Bülent Erkmen

Sergi Grafikleri ve Yönlendirme Tasarımı: Pompaa

Görsel-İşitsel Proje Yapım: Decol Media Studio & Nohlab


BASILI EDİSYONLARI KEŞFEDİN

bottom of page