Yarattığı Adem karakteriyle sosyal medyada ses getiren animasyonlara imza atan illüstratör Sina Ateş ile çalışmaları ve gelecek planları üzerine sohbet ettik.
Sina Ateş kimdir?
1987, Ankara’da doğdum. Bilkent Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümü’nden 2010 yılında mezun oldum. 2014 yılına kadar Ankara’da farklı ajanslarda sanat yönetmeni olarak çalıştım. 2014’de İstanbul’da 432 Design Studio’yu kurdum ve kreatif direktör olarak birçok farklı marka ile çalıştım. 2019 senesinde sanatsal çalışmalarıma zaman ayırmak amacıyla ajansımı devrederek kariyerime Freelance Tasarımcı olarak devam etme kararı aldım. Halihazırda sanatsal faaliyetlerimin yanı sıra, birkaç farklı ajans ve marka ile illüstrasyon, animasyon, grafik tasarım ve kimlik tasarımı alanlarında projeler üretmeye devam ediyorum.
Saflığından dolayı hep birilerinin tuzağına düşen, ama her ne olursa olsun umudunu yitirmeden, ders alarak tekrar ayağa kalkan; uğultulu ve zorlu hakikat arayışında her daim içindeki cevherin o ince sesini duymaya çalışan, Adem.
Gündemi kendine has görsel bir dille yorumladığın çizimlerinle tanınıyorsun. Bu karakteristik görsel dilin ortaya çıkış sürecinden bahsedebilir misin?
Çocukluğumdan beri çizim yapmayı severim. 90’ların başında bilgisayar ile tanışmam, sonrasında eğitim ve çalışma hayatımda projelerimi çoğunlukla bilgisayar aracılığıyla yapmam nedeniyle çizimden uzak kaldım. Ankara’dan İstanbul’a geldiğim ilk yıllarda bir yandan ajansın iş yoğunluğuyla uğraşıyor, bir yandan İstanbul’un gürül gürül akan yaşam hızına ayak uydurmaya çalışıyordum. İşte bu dönemde çizim yapmak kaostan bir nebze uzaklaşmamı ve huzur bulmamı sağladı. 2015 senesinden 2019’a kadar daha çok dotwork ağırlıklı çalışmalar yaptım, 2019 senesinde Ankara’da açtığım ilk kişisel sergim ‘’Kaos içinde Rahatlık’’ da bu dönemin yansımasıydı.
Ancak, dotwork çok zahmetli ve zaman alan bir teknik, A4 boyutunda bir iş için aşağı yukarı 30-35 saat civarında vakit harcanabiliyor. Yaptığım işlerden memnun olmama rağmen birçok farklı konuyu ele almak istediğim için bu noktada üretim zamanı beni geri çekmeye başladı. Bu da beni farklı teknikler denemeye yönlendirdi. Hikayenin ön planda olduğu, basit ve hızlı üretebileceğim ve konuyu net anlatabileceğim bir konsept arayışına girdim.
Gerek ülkemiz, gerek dünya 2020 senesinin başından itibaren, müthiş bir hızla daha önce deneyimlemediğimiz bir sürecin içerisine girdi ve hepimizin hayatını isteğimizin dışında bir akıntının içerisine aldı. Üzücü olmasının yanı sıra da sinir bozucu olan bu süreç toplumun psikolojik dengesini alt üst etti. Bu konular hakkında konuşmaya başladığımda ne yazık ki sert bir üslupla çıkıyor kelimeler ağzımdan ve bu sert üslup ile insanlara bir şey anlatabilmek veya ikna edebilmek mümkün olmuyor. ‘’İnsanların konulara farklı bir açıdan bakmalarını ve düşünmelerini nasıl sağlayabilirim?‘' diye düşünürken, tam o anda kapı çaldı! Ve içeri umarsız ve komik bir yüz ifadesiyle ‘Adem' girdi. Saflığından dolayı hep birilerinin tuzağına düşen, ama her ne olursa olsun umudunu yitirmeden, ders alarak tekrar ayağa kalkan; uğultulu ve zorlu hakikat arayışında her daim içindeki cevherin o ince sesini duymaya çalışan, Adem. Adem tezahür ettiğinden beri aklımda her gün yeni bir maceraya atılmaya ve yeni dünyalar keşfetmeye devam ediyor. Günümüzün sert ve depresif gündemini Adem’in gözünden bakarak anlatmaya çalışmak bana hem keyif hem de huzur veriyor.
Böylesi belirgin bir görsel dile sahip olmanın avantajları ve/veya dezavantajları neler?
Anlatmak istediğim konunun hikayeleştirme evresi en çok kafa patlattığım süreç oluyor. Bazen bir hikayeye başlıyorum ve bir yerde tıkandığımda Adem’in o hikayede ne yapacağına karar vermesini bekliyorum. Bazen söylemiyor, kalıyor hikaye öylece. Teknik açıdan bakarsak çizimlerde anlatmak istediğim şeyleri basit formlarda çizdiğim için zaman açısından çok büyük bir avantaj sağlıyor. Bunun dışında renk arttıkça görselin tanımının azaldığını düşünüyorum. Ana renkler olarak beyaz, siyah, sarı ve pembe dışına mümkün olduğunca çıkmak istemiyorum. Bu bir dezavantaj olsa da aynı zamanda insanların bu renkleri gördüklerinde benim işim olduğunu hemen fark ettiklerini bilmek bana mutluluk veriyor
Tasarım tarzımı üç kelimeyle ifade etmem gerekse basit, yaşayan ve eğlenceli olurdu.
Tasarım sürecinde analog ve dijital tekniklerin hangisine daha yakınsın?
Analogdan vazgeçmeyenlerdenim. Kalem, kağıt ve eskiz sürecinde çok daha özgür ve üretici olabiliyorum. Kesinlikle bırakmamak gerektiğini düşünüyorum. Eskizlerimi iPad üzerinde tekrar çiziyor ve her görseli vektörel hale getirip, renklendirerek animasyon sürecine hazırlıyorum. Yani hem analog hem dijital olmazsa olmazım.
Tasarım ve sanatın toplumsal konular karşısında bir sorumluluğu olduğunu düşünüyor musun?
Gördüğümüz her şeyin perde arkasında bir tanımı var. Anlamlı veya anlamsız hepsinin bilinçaltımızda çözünen bir yanı var. Günümüzde birçok sanatçı ve tasarımcının kendi iç dünyasındaki duygularını görsele döktüğünü görüyorum. Toplumun gündemine dokunmayan, hikayeden çok görsel anlamda değeri olan işler yapılıyor. Lütfen yanlış anlaşılmasın, bunları doğru veya yanlış olarak tanımlamıyorum. Ben yaptığım işin içerisinde günümüzden bir esans olmasını isteyenlerdenim. Sosyal yaşamın içinde yanlış bulduğum noktalara veya tarihin içerisinde unutulmuş gerçekliklere dokunmayı tercih ediyorum. Soyuttan ziyade somut ve net anlatımı olan konular daha çok ilgimi çekiyor.
Tasarımlarının ses getirmesinde sosyal medyanın önemli bir etkisi var ve sen de bu dünyayı aktif kullanan bir tasarımcısın. Yeni kuşak tasarımcıların sosyal medyayla ilişkisi üzerine ne söylemek istersin?
Sosyal medya mecraları günümüzün sokakları oldu. Son dönemde hepimiz evlerimize kapanmış ve dijital dünyada hareket edebilen canlılara dönüştük. Sadece sosyal medya değil tüm hayatımızın bu dijital ortam içine taşınmasına yönelik hummalı bir çalışma var dünyada. Bunun iyi bir şey olduğunu düşünmüyorum. İnsan organik bir varlık, karbon yani. Organik yaşamını internet ortamında byte’lar üzerinden sürdürmesi mümkün değil. Elbette bu hiper enformasyon çağında sosyal medyayı takip etmek ve bir tasarımcı olarak toplumun beğenisine sunmak önemli şeyler. Ama yaşamı görerek, deneyimleyerek, içinde var olduğunun hissederek yaşayabilmek önemli olan. Cep telefonunun, internetin olmadığı zamanlarda büyümüş bir 90’lar çocuğu olarak gençlere tavsiyem; dışarı çıksınlar, sokaklarda zaman geçirsinler, toplumla ve bireyle organik iletişimde olsunlar.
İlham tazelemek için neler yaparsın? Bu alanda ya da farklı disiplinlerde çalışmalarını merakla takip ettiğin isimler kimler?
İnsanlık tarihi ve farklı toplumların kültürü, mitolojisi, teolojisi, kozmolojisi, deyimleri, atasözleri üzerine okumalar yapmayı çok severim. Kelimelerin kökenlerini incelemek ve bu esnada karşılaştığım ilginç konular beni çok besler. Tabi bunun dışında günümüz toplumunun komplo teorisi olarak nitelendirdiği konuları da okurum. Her konuya farklı açılardan bakmak gerektiği düşüncesindeyim.
Günümüzde severek takip ettiklerim; Joan Cornella, Interesnikazki Kardeşler, Miles Johnston, Cem Dinlenmiş. Ayrıca 15 ve 19. Yüzyıl arasında üretilmiş harita ve gravürlerin dijital koleksiyonunu yapıyorum.
Gelecek için heyecanlı mısın? Planlarında neler var?
Hayalim ''Adem’in Maceraları’'nı çizgi film serisi yapmak. Kısa vadede internet sitemi tamamladıktan sonra vektörel işlerimden bir sergi açmak ve yetişkinler için illüstratif bir alfabe kitabı tasarlamak. Gelecek gözümde ne kadar distopik görünse de yine de her zaman heyecan ve umut mevcut içimde. Hayat güzel şey.