Xtopia Immersive kapsamında HOPE Alkazar'da yer alan “Sonsuza Uzanan Motifler: Yeniden Yorumlar” adlı etkileşimli kapsayıcı deneyiminden, üretimlerinde sesin önemine ve geometri teknoloji kültür kavramlarının yaratıcılığındaki kesişimi üzerine ilham verici bir sohbet için Selçuk Artut'la bir araya geldik.
Röportaj: Yağız Genç
Yağız Genç: Bugün ilham verici işlerinden konuşacağız. Özellikle yakın dönemde hayata geçen ve deneyimlenebilen bir işin de var. Ona paralel bu konuşmayı yaptığımız için de mutluyum. Genel olarak sen kendi işlerinde insan ve teknoloji ilişkisini odağına aldığını söylüyorsun. O yüzden oradan başlayalım istiyorum. Teknoloji ile ilk tanıştığın ana dair bir hatıran var mı? Nasıl başladı?
Selçuk Artut: Çok güzel bir soruymuş. İlham verici dediğin için çok teşekkür ederim. Benim çocukluğumda tabii ki teknolojik şey neydi acaba düşünüyorum. Televizyon vesaire falan bunları zaten görüyordum ama ilk böyle bunun içerisinde bir şey var ve bu sadece kabuğundan oluşmuyor. Bunun içerisindeki yapıdan ötürü başka şeyler yaratabiliyor dediğim şey bilgisayar oldu.
Onu hatırlıyorum. Ama daha da böyle temel sormak istiyorsan böyle bir amcamın bir saati vardı. Kurmalı saatti ama galiba salladıkça şarj oluyordu o. Yani kuruluyordu daha doğrusu. O da bana böyle bir hayranlık uyandırıcı bir şey olarak gelmişti. Böyle küçük küçük şeyler var. Ama tabii benim merakım o sahneyi bile hatırlıyorum. Yani babamın fotoğraf makinesini böyle tornavida ile çekicle falan içine girdiğimi hatırlıyorum. Yaramazlıkla değil ama o merakla kurcaladığım bir sürü alet vardı.
Beni en çok şekillendiren yani bugünkü noktaya getiren şeylerden bir tanesi bilgisayar oldu. Görünür haliyle. Şimdi biraz daha görünmez bilgisayarları konuşuyoruz ama. Oyun oynardım. Onunla bir şeyler yapmaya çalışırdım. Daha sonra onunla sohbet edebileceğimi, onun dilini öğrenirsem, onunla beraber bir şeyler üretebileceğimi fark ettiğim süre neticesinde kodlama denilen mesele biraz daha odağıma oturdu ve onu ben yaratıcı bir unsur olarak kullanmaya başladım. Tabii ki herkesin varoluş hikayesi farklı. Adını koymak da kolay değil. Kimisi kendine dijital sanatçı diyor, kimisi sanatçı diyor vesaire. Ama ben böyle rafine haline getirmek gerekirse teknoloji ve sanat dediğim bir yerde kendimi çok zemini sağlam bir yerde hissediyorum. Çünkü yaptığım şeyler teknoloji barındırıyor, sanat barındırıyor. Sadece sanat demek onun aslında jenresine çok fazla hitap etmiyor. Bu ikisini birlikte kullandığım şey de teknoloji ve sanat. Tabii ki ortasında da insan. Yani teknoloji insan birlikteliğinin neticesinde çıkan sanat projeleriyle uğraşıyorum diyebilirim.
Yağız Genç: Bir röportajında dinlemiştim. Dijital sanatı aslında birazcık indirgeyici buluyorsun ve sonradan çok da hak verdin. Yani düşününce, özellikle senin işlerini düşününce. Dijital sanattan daha geniş bir kümeye, daha geniş bir anlama gelen bu teknoloji ve sanat birlikteliğinde sen neleri koyuyorsun onun içine mesela?
Selçuk Artut: Evet, hatta indirgeyici, ben daha net bir ifadeyle banal da geliyor bana mesela. Neden? Çünkü bu süreci yaşarken ister istemez tabii o yeni çıkan şeyle karşımızda yani dijitalleşme sürecinde hepimiz bir hayranlık ya da ne oluyor gibi bir heyecanla yaklaştık duruma. Şey tartışmaları vardı çok iyi hatırlarsınız. "Dijital fotoğraf mi iyi, analog fotoğraf mı iyi?" Herhalde bunlar artık konuşulmuyor. Yani hiçbir sergiye girip çıktığınızda nasıldı, dijitaldi demiyorsunuz. Yani artık müzik için de öyle. Müziğin de dijital dediğiniz zaman onun saklandığı medyumdan öte, onun üretme yöntemleri aslında çok daha fazla belirginleşiyor.
Ben şu ayrımı söyleyerek galiba artık dijitalle ilgili net tavrımı ortaya koymuş olurum. Dijitalin sanatsallaştığı bir dönemdeyiz. Oradaki dinamizmin, oradaki verinin, oradaki rengin, oradaki çeşitliliğin, oradaki zenginliğin akışın. Günümüzdeki bilgi hızının, bunun sanata dönüştüğü, bunun sanata sirayet ettiği bir yer içerisindeyiz.
Öyle olduğu zaman da hatta etkileşim boyutuyla yani kişiyi de işin içerisine alıyor. Daha yüksek bir çerçeveden bakmak gerekirse işte onu bir şemsiye olarak görecek olursak ben teknolojik sanat demeyi daha doğru buldum kendi adıma. Belki yine oraya da gireriz ama yeni medyada ben de çok işlemedi. Çünkü yeni kavramıyla ilgili problemlerim var. Biraz daha kibirli buluyorum yeniye olan hasret ve hayranlığı. O yüzden belki ileride bu fikir de banal gelebilir ama ben teknolojik sanat demeyi daha doğru buluyorum diyebilirim.
Yağız Genç: Yani dijital sanatın gerçekten ekranın içinde, bir çerçevenin içinde çoğu zaman kalıyor olması bana da potansiyelin çok altında kaldığı algısını veriyor. Çünkü özellikle pandemiden sonra da bu biraz geldi. Her şeye imkanımız var. Yani bunu fiziksel birleştirmeye, daha dokunsal bir deneyim eklemeye, bir etkileşim eklemeye. Bu kadar şey varken, ki bunu da her zaman sahip olamayacağımızı görmüş olduk birazcık pandemi sürecinde aslında. Yani bugün varsaydığımız böyle çok cepte gördüğümüz şeyler aslında bir anda gidiyor. O yüzden bunları bir araya getirip deneyimleyebilmek, yani hem senin bunu üretmen bizim de deneyimleyebilmeyiz bence çok güzel bir şans. Bunu değerlendirmek çok güzel.
Selçuk Artut: Evet. Bu aslında sanatçının da biraz kendini nerede rahat hissettiği ile ilgili. Ben kan, ter ve gözyaşı seviyorum. Yani hani atölyeye girip bir ahşabı kesip oradan işte ona ekranı yerleştirip, sensörü bir yere asmayı falan. Hani bu konfor alanımdan çıkmayı seviyorum. Belki de sadece ekranda eser göstermenin yarattığı bir konfor alanı var. İtiraf edelim ki bir sanatçı adına müthiş bir rahatlık yani videoyu gönderiyorsun, iş orada sergileniyor gibi bir noktaya geliyor olabilir. Bu bende istediğim hazla oluşturmuyor. Dediğim gibi ben daha çok emek için, daha doğrusu o süreci yaşama, sanatçı olarak o süreci yaşamaktan eğleniyorum. Küçükken kamerayı parçalayan kişi şimdi bugün de bu sürecin içerisinde mutlu oluyor. Onu olabildiğince uzun uzadıya tutmak istiyorum
Yağız Genç: Şimdi güncel işine geleceğim ama öncesinde bunu sormak istiyorum. Bu teknolojiye merakı olan, o kamerayı parçalayan kişi olarak bunu yaratıcılıkla bir araya getirip sanatla teknolojiyi karıştıracağını, harmanlayacağını ne zaman fark ettin? Nasıl bir süreç oldu?
Selçuk Artut: Yani sanatın birçok alanı var. Benim için en belirgin etki aslında müzik. Yani müzik noktasında ben işte elime gitar alıp bir şeyler çalmaya başladığımda… Yani öykünmeyle başlıyor. Tabi televizyonda bir şey izliyorsun. Diyorsun ki ben niye yapmayayım? Ya da bir sanatçı görüyorsun. Onun statüsüne bakıyorsun ve diyorsun ki burayı nereden varmış? Müzikle varmış belki derken. Yani müzik beni var eden değerlerden biri oldu ve çok büyülü olduğunu da düşünüyorum. Görmediğimiz bir şeyin bu kadar etkisi olması. Çok da hayalperest bir tarafı da var ve şairane bir tarafı da var. Ama yani müziğe olan yaklaşımın bir yerden sonra yine böyle tanımların bana dar geldiği bir noktadaydım ve müziğin de tanımı zaten yerinde durmuyor. Yani geçmişin müzik anlayışıyla bugün aynı şekilde ifade etmek mümkün değil. Daha ona bir ses diye bakmaya başladım. Bir ses dünyası diye bakmaya başladım. Böyle olduğu zaman da yani ses zenginliği işin içerisine girdiği zaman da ses üreticileri nasıl yaratabilirim diye bir soruşturma içerisindeyken buna aslında lütüerizm de diyor, dijital lütüerizm diyor Thor Magnusson.
Kendi enstrümanını üreten dijital bir kuşağın içerisindeyiz. Yani bunu kimi zaman aldığın synthesizer'ların kombinasyonlarıyla da yapabilirsin. Kimi zaman da bilgisayar ortamında yepyeni sesler üretmek uğruna ya da doğaya çıkıp bir takım sesler kaydetmek uğruna da yapabilirsin. Ve bu taraftan dürtüldüğüm için, kendime has şeyleri elde etmek için de yeteneklerimi o yönde geliştirmeye başladım. Ama mesele ses noktasına gelince onunla örtüştüğü görsellik deninen başka bir yere gidiyor ve disiplinlerarası bir yolculuğa çıkıyorsun.
2005-2010 arasında ben tiyatro dünyasıyla da epey bir böyle bir şeyler yapmaya, iş birliklerine girmeye başladım. Hep böyle istediğim şey bir performans boyutu ama da işte Wagner'in dile getirdiği gezim konusu var. Böyle bütüncül bir sanattan konuşabilmek, ses, görüntü, koku, mekan, doku hepsinin birbiriyle iletişim içinde olabildiği bir eser üretme dünyasından bahsediyorum. Böyle olunca da hani kendine has şeylerin peşinde giderken bunların yöntemlerini de keşfetmeye başlıyorsun. O zaman dedim ki evet bunu ben teknolojiyle yapabiliyorum. Bunu kodla yapabiliyorum. Bunu hayal ettiğim simülasyon ortamı bilgisayar olabiliyor. Çünkü bilgisayar bugün hepimiz için bir stüdyo. Sanal bir stüdyo. Yani bu şeyi epey yitirmiş durumdayız belki her tarafımızda bilgisayar olduğu için. Ama onun başına oturduğunda yazını da yazabiliyorsun. Üç boyutlu dünyanı da tasarlayabiliyorsun. Tüm bunların içerisine girmen mümkün. Ve bu yaratıcılık meselesi bende bir şeyleri bir şeylere çevirme noktasında mesela 2010 yılında bir tiyatro ekibiyle Kandilli'den gelen yer sarsıntısı datasından müzik üretmiştim. Bu bağları oluşturmamı sağladı. Yani gidip bir geleneksel bir enstrümanla müzik yapmaktansa o dijital lüterizm diye bahsettiğim, “kendin yap”çılığın ortaya çıktığı şeyin tam ortasındaydım ve o da merakla buluşunca bu sefer de tüm bu uğraşlar hep yaratıcılıkta sınırları zorlayan bir tarafa doğru beni çekti diyebilirim.
Yağız Genç: Gerçekten etkileyici bir süreç. Ve bu sürecin içinde senin ürettiğin şeylerin de bir kısmını biliyorum, bir kısmını bilmiyorum. Şimdi konuşurken de çıkıyor. Bu mesela yer verileriyle, yer sarsıntısı verileriyle ortaya çıkarılan şeyi deneyimlemek çok isterdim. Ve bunların da insanlara çok güzel bir ilham verdiğini ve sonrasında üretmeye, düşünmeye teşvik ettiğini düşünüyorum. Bunun bir örneği de aslında şu an çok güzel bir etkileşimli, kapsayıcı deneyim hayata geçirdin. Xtopia ile beraber, Hope Alkazar'da, Sonsuza Uzanan Motifler: Yeniden Yorumlar. Bunun mekansallaşması nasıl oldu? Yani buradaki fikirlerin aslında gelişimini birazcık takip edebiliyoruz. Biraz da sonra konuşacağız aslında. Daha böyle birleşecek ama bunu bir mekansal deneyime nasıl çevirdiniz?
Selçuk Artut: Önce evet oradan alalım. Çünkü aslında hikayesi bayağı uzun. Ondan da açıkçası ballandıra ballandıra bahsetmek isterim. Geometrik desenler meselesi benim üç dört senedir gündemimdeydi. Yani ben onları daha benimsemek, kanıksamak için onlarla bir yolculuğa çıktım diyebilirim. Ve elde ettiğim deneyimler ve ortaya koyduğum biçimler bir takım sergi malzemeleri olmaya dönüştü. Ve zaman içerisinde bunları farklı ölçeklerde sergileme imkanı da buldum. Bunlardan ölçek anlamında daha kamusal alanda daha çok hissedebileceğimiz bir boyutu 2022 yıllarının sonuna doğru AKM'de yaptığım sergiydi.
Ve o serinin adı aslında Geomart-ut diye gidiyor. Yani böyle bir hem soy ismimle özdeş hem de böyle bir seri olarak ilerleyen bir yapı içerisindeydi. O işte sütunlar kullanmıştım. O sütunların bir heykelsi, bir formu vardı. İnsanlar arasında ulaşabiliyordu ve şu zaten gündemimdeydi yani. Geometrik desenler mimaride sıklıkla karşımıza zaten yüzey süslemeleri olarak çıkıyorlar. Bu iç veya dış özellikle içeride olduğu zaman sanki bir battaniye gibi, sanki üzerimize saran bir yorgan gibi daha kapsayıcı bir hale dönüşüyor. Ve etrafta her tarafa baktığınızda o geometrik desenleri gördüğünüzde bir hikayenin içinde olduğunu ister farkında olarak ya da farkında olmadan yaşıyoruz. Bir ibadethaneye girdiğiniz zaman etraftaki geometrik desenler, bunun binlerce yıl öncesine kadar gidebiliriz. Bugünün dinamizmini, bahsettiğim o dijitalin sanatsallaşması denilen noktasında olmasa da farklı bir noktada olduğumuzu da düşünmüyorum.
Bu yüzden bir kapsayıcı deneyim gündemimde vardı. Sonra Xtopia’nın da davetiyle ve Hope Alkazar mekanında kullanabileceğimiz bu kapsayıcı ortamla beraber oldukça heyecanlandım tabii ki. Bu desenleri artık bir ekrandan çıkarıp, heykel formuna getirdim ve en nihai halinin orijinale döndüğünü görmek o çemberin başına dönmesini, o dairenin tamamlanmasını benim için sağladı diyebilirim. İçeri girdiğiniz zaman her tarafta desenler var. Bundan bin yıl önceki gibi ama bugünün diliyle, bugünün dinamizmiyle, bugünün renkleriyle, bugünün karmaşasıyla, bugünün kaos ve düzeni arasında bir yerde oluşuyorlar. Ama daha öncekilerden farklı olarak da bu sefer kişileri de işin içerisine dahil etmek istedim. Bunun birkaç boyutu var. Belki kelimelerle ifade etmek çok kolay olmaz. Elimden geleni yapacağım ama bir tanesi anonimlik. Yani burada bu kullandığım desenlerin tamamı gelenekte var olan desenler. Ve o desenlerin nasıl üretildiğine dair elimizde çok fazla done yok. İşte bazı parşömenler var ya da bu bir zanaatkar şeyi olduğu için, sanatçı o zaman için böyle bir ayrım da yok. Ustadan çırağa ya da kulaktan kulağa giden bir takım şeyler, kültürel değerler. Böyle olunca ben de biraz kendimi o kadim dünyadan da çok uzak tutmak istemiyorum.Yani aynı mütevazılığı koruma yanındayım. Ve eserle kişiyi bir etkileşim içerisine koyarak, aradan çekilmek istiyordum. Eser senin. Yani sen artık eserin neresinden bakmak istiyorsan bak.
Yani genelde yaptığım eserlerin, dışarıdan konuşmak daha kolay olabilir ama, didaktik olmadığını düşünüyorum. Böyle bir alan yaratmak istedim. Kişiler mekana geldikleri zaman etraflarında bir görsel cümbüşle karşılaşıyorlar. Sadece bu değil. Sadece onlara gösterilen değil. Aynı zamanda orada oluşturduğum bir arayüz üzerinden, istedikleri diyemeyeceğim ama 20 küsür desen arasından istediklerini bir anda seçebiliyorlar ve mekan ona dönüşüyor. Böyle bir büyülü bir an var. Yani kontrol sende gibi. Bu birinci etkileşim boyutu. İkinci etkileşim boyutu, kendin de desen çizebiliyorsun. Genellikle altılı simetri çok karşımıza çıkan bir yapı. Bu arı kovanlarından düşünebilirsiniz. Onları bezemek deniyor. Yan yana dizmek daha kolay. Altılı simetriyi barındıran bir arayüz daha yaptım. İnsanlar burada da epey vakit geçiriyorlar. Bir üçüncü etkileşim boyutu da, hikayenin ne olduğunu anlattığım bir şey de var, bir video da var. Benim gördüğüm kadarıyla bu kapsayıcı deneyim deyip içeri girip bir iki fotoğraf çekilip çıkmaktan öte bir yere geldi.
Yani hedeflediğim şeyler tabii ki. İzleyicilerle buluştuğumda başka şeyler de oluşturuyor olabilir ama o kısmını çok seviyorum. Gidip gözlemlemeyi, ne oluyor, ve her türlü demografik yapıdan insanların içeri girip uzun vakitler geçirdiğini görüyorum.Daha meditatif bir hale geliyorum. Hal ve tavır var. Bu görseller işte çok kaotik gibi gözükse de tam da değil. Daha böyle sinizüdel hareketler yapıyorum. Biraz nefes alma gibi. İçerideki müziğin de böyle bir yaklaşımı var. O yüzden şu anki sergilediğim mekanın da neresi olduğunu göz ardı etmemek lazım. İstiklal Caddesi gibi günde milyonlarca insanın geçtiği bir yerde. Bir kaçış noktası gibi. İçeri girdiğin zaman bir mabed gibi, haddimi aşmak istemem ama yani benzetmek isterim. İçeri girdiğin zaman biraz huzur bulabileceksin. Sakinlik yaşayabileceğin bir deneyim sunuyoruz diyebilirim.
Yağız Genç: Şimdi müzikle ilginden bahsettin. Bu deneyimde de bir müzik eklentisi var. Bu müzikle deneyim nasıl eşleşiyor? Orada nasıl bir kurgu yakaladın?
Selçuk Artut: Müzik benim hassas bir noktam. Yani sadece var olması ya da bir eserin ona eşlik eden bir şey olması benim için istediğim bir nokta değil. O yüzden bu eserle konuşan bir iş olmasını, yani bir ses dünyası olmasını çok istiyordum. Yani dile getirdiğim gibi görsel dünya neticesi kaosa yakın gibi haller oluştursa da hep bir uyum ve kaos arasında olan bir yerde. Yani klasik müzik benim için çok önemli bir yerde ve tabii ki kaçınılmaz yıldızı diyelim yani. Bach oldukça önem verdiğim isimlerden bir tanesi. Yaptığı işleri de yine zamanın ötesinde buluyorum. Yine yani bugün sergilediğim desenlerde olduğum, olduğu gibi hangi tarihte olduğunun önemsiz hale geldiği bir evrensel dili var. Onun akor yürüyüşleri var. Yani onun matematiksel gibi duyulsa da, yani matematik de bazen duyguları ifade etmek için kullanılabilecek bir rasyonel bir dil ama, Bach’ın bu akor yürüyüşlerinden algoritmik olarak ürettiğim bir ses dünyası var. Daha ambiyans bir dil içerisinde, kullandığım enstrümanlar üzerinde ve saatlerce sürüyor aslında. Hani böyle beş dakikalık bir şey de değil.
Deneyimle beraber konuşmak gerekirse, oraya girdiğinizde böyle bir on dakika izleyip çıkabildiğiniz bir şey de değil. Bir dakikada da bir şey hissedip çıkabilirsiniz. İki saatte olabilir. Böyle bir şey olunca da ben kendimden üreyen, jeneratif diye geçiyor, bir müzik yapısı oluşturmayı çok istiyordum. Başı olsun ve sonu olmasın, kendi kendine gelişsin. Aslında böyle orası için yaptığım müzik çalışmaları var. Ve kullanıcı bu arayüz içerisinde etkileşim o halindeyken farkında olmadığı bir biçimde, hani bunu çok net bir şekilde belki burada söyleyebilirim, desenler arasında böyle on desen geçince, o kişiye denk gelmeyedebilir, ondan sonraki o noktaya varmış olabilir ama müzik değişiyor. Müzik aslında değişiyor. Fakat bu değişim çok bariz değil. Yani özellikle bariz olmasını istemedim. Bu bir uygulama da değil, bu bir sanat eseri. Ve onların böyle birbirinin içerisinde çok bir örüntü halinde, müziğin ve görüntünün birbiriyle çok iyi bir diyalog içerisinde olmasını istedim. Böyle bir ses dünyası orada açıkçası aynı şekilde zamanı donduruyor gibi geldi bana. Yani belki de Bach’ın bana verdiği bir miras oldu bu his. Ama umarım yani buna yönelik bir şeye dönüşmüştür. Kendini tekrar etmeyen, sürekli gelişen bir ses dünyası var orada.
Yağız Genç: Ben ilk açılışta deneyimlediğimden aslında çok belki baş başa kalamadım. Ki kalınabiliyor mu onu da bilmiyorum. Çünkü yoğun da bir ilgi var. O yüzden tekrar bir gidip bu süreci daha uzun, daha zaman ayırarak yaşamak istiyorum. Ve şu an bildiklerimle de çok daha benim için de böyle bir ifadeli olacak.
Selçuk Artut: Yani evet bir kere de belki de bir hislerle ayrılabilirsin. Ama hani o kaçış noktası dedim ya, belki o gün kafan attı ve bir yere girmen lazım. İfadenin aslında anlamını yitirdiği, hatta onu da kullanıyorum cümle olarak, yani soluksuz kaldığın bir an yaşamak istediğin olabilir. Oraya girip orada her şeyden arınabilirsin yani.
Yağız Genç: Şimdi hem bu son deneyimde hem de aslında senin tüm işlerinde genel olarak seni heyecanlandıran üç kavramdan bahsettik. Geometri, teknoloji ve kültür aslında bir noktada girdi konuşmamıza. Bu üçünü sen nasıl üretimlerinde bir araya getirdin ve bu heyecanını nasıl bir süreç içinde büyüttün?
Selçuk Artut: Daha da üstte çıkmak gerekirse, galiba akademik kariyerdeki yürüyüşüm de bunlarla neticelendi. Matematik okudum, ses sanatı ama sanat diyelim, sanat yüksek lisansı yaptım, felsefe doktorası bitirdim. Aslında yani kültürü, geometriyi hepsini barındıran bunların içerisinde şey demeyi seviyorum, bunlar farklı dildeler ama aynı şeyden bahsediyorlar. Hep bir varoluşsal olabilir ya da sezgisel olabilir, bir şeye anlam vermeye çalışıyoruz. Yani hani buna hizmet ediyor. Bu noktada özellikle tabii son geldiğim yerde geometrinin bende yarattığı haz biraz bu dünyadan olmamayla ilgili bir şey. Yani mutlakiyetle ilgili bir şey. Daha Plato’cu bir düşünce olabilir. Yani işte sadece temsilleri yaşıyoruz ama hayal edemediğimiz bir evrende mükemmel biçimler var gibi. Bunlar peşinde hemen varoluşsal sorgulamaları da getiriyor. Yani çok ontolojik şeyler bunlar. Biz var mıyız, yok muyuz? Bunları da sorduruyor. Ama kültürel anlamda da işte bu anlam verme karmaşasından ve kaygısından ötürü bu görselliğe sembolizm yüklediğimizi söyleyebiliriz. En basit örneğiyle işte bir Svastika gördüğün zaman onun ortaya çıkardığı kıyamet ve yaşanılan talihsiz o günleri hemen aklına getirebilir. Ya da işte bayraklar, semboller bir sürü şey karşılığı var. Ama ben biraz ön yargıların olmadığı bir yere doğru çekmeye çalışıyorum kendi yolculuğumu. Çünkü belki de yaşadığımız topraklarda bu çok daha fazla karşımıza çıkan bir şey. Hep bir ekspozisyon var. Yani üzerimizde sana kültürü tanımlamak istiyorum ama bunu tanımlıyorum. Bunun ötesindeki şeyler kültür değil. Şu kalıbın içerisine girmen lazım. Doğrular burada gibi. Biraz o açık vizyona varabilmek için de işte tüm ön yargılardan ve sembollerden uzaklaşmak için o matematiğin o dilini seviyorum. Ama tabii ki matematik de çok rasyonel. Onu kırmak anlamında da hayal gücünün sınırlarını zorlamak gerekiyor. Fantezilere varmak gerekiyor. Belki rüyalara girmek gerekiyor. Ya da gerçekten anlamlı şeyler yapmak için belki de matematiğin dilini kullanmak gerekiyor. Tüm bunları kullanıyorum.
Bir şey daha var ki onu da göz ardı etmemek lazım. Geleneğe karşı da müthiş bir bağlılığım var. Bu noktada da zaten aslında günümüz sanatının çeşitli problemler içerisinde olduğunu görüyorum. Çünkü gelenek çok kolay kucaklanacak bir şey de değil; çünkü çok zengin.
Geometrik desenlere baktığımda da bunları biraz dekoratif evreler olarak da görmek mümkün ama geleneğin aslında bize anlattığı burada belki bunu hedeflemedi ama zamanı durdurmak. Bunu birkaç seferdir de söylüyorum gibi bir gücü var. Orada o mimari yapılar zamanın ötesinde geliyor. İnsanlarla buluştuğu noktalarda aynı sorgulamaları yapıyorsun. İki noktadan biri doğru geçer mi, geçmez mi? Tüm kurduğumuz bu öklit geometrisi üzerine kurduğumuz mimari yapıları kırmaya çalışan mimarlar da var. Yani onu ya sanat tarafından kırabiliyorsun ya da bunun içerisinde aykırı teoremler yaratarak oluşturabiliyorsun diyebilirim. Bütün bunlar birbirleriyle konuşuyor. Yani kültür, sanat, teknoloji, bilim bütün bunları barındırıyor. Ama hangi seviyelerde olman gerektiğin ise ağır bir yük itiraf edeyim. Yani herkes bu taşın altına elini koyamıyor. Çünkü benim için sadece birer dekoratif öğe olmaktan öteye geçtiler. İşte ben bunlarla ilgili çeşitli atölyeleri de gittim. Elle nasıl çiziliyor. Yakın coğrafyamızda çok fazla örnekleri var. Bir takım seyahatler içerisine girdim. O zaman o sembolizmden onları çıkarıp senin için istediğin anlam dünyasına oturtabiliyorsun. Yani spritüel boyutu herkesin özelinde ama benim için ortada bir kozmosun yansımalarını görüyorum. Bu düzen ya da düzensizlik içerisinde kimi zaman matematik, kimi zaman sanat, kimi zaman felsefe de karşılıklarını buluyor. Bende bir esere dönüşüyor diyebilirim.
Yağız Genç: Yani bir eserin okumasını yapmak için gerçekten çok büyük alanlar, büyük altyapıları var. Öyle olunca aslında bir belki çekinme hali de gelebilir. Yani şimdi ilkten senden bunu dinleyip, sonradan hani böyle bir eserini deneyimlemek, izlemek, kendimce hani böyle bir fikre ulaşmak istediğim zaman belki bir bu bende bir engel yaratabilir, bir bariyer. Ama bir yandan da işte senin eserlerini deneyimleyerek buraya geldiğinde de bence çok güzel bir akışkan bir yol oluyor. Yani işin kendisi çekiyor, bir yere kadar getiriyor. Sonra şimdi bunu dinliyor olmak bence güzel bir noktaya doğru ilerletiyor. Ama bu yolun tabii ki senin hani hem kurguladığın, hem oradaki getirdiğin bilgilerin algılayabildiğini zaten çok başlangıç bir kısmına kadar yine gelebiliyoruz. Çünkü sen bunun üzerine çok uzun zamandır araştırıyor ve düşünüyorsun. Seyahatlere çıkıyorsun, kitapların var bununla ilgili. O yüzden şu an böyle çok bende bir yine tekrardan bir etkilendim ki arada daha önceki sohbetlerimizde de bunu yaşadığım olmuştu. Şimdi böyle birazcık daha odaklanınca daha çok yaşadım. O yüzden teşekkür ediyorum.
Selçuk Artut: Ne güzel. Ben eserleri tamamen bir arayüz olarak görüyorum. Yani bu sohbetlerin oluşabileceği bir zemin yaratıyorsak ne âlâ. Bence zaten kültürde o zaman o taşlar yerine oturuyor. Öbür türlü çok çabuk tüketilen malzemeler oluyorlar.
Yağız Genç: Bu yaklaşımla seni heyecanlandıran, keşfetmek istediğin yeni alanlar var mı? Gelecek projelerin gibi.
Selçuk Artut: Her zaman söylüyorum işte yine aynı konudayım ama geometrik desenlerle ilgili elimi verdim kolumu çıkaramıyorum diye, kurtaramıyorum diye. Bu bir seyahatle de örtüştüğü için çok evvelde gittiğimde o zaman gündemimde değildi ama işte Cordova, işte o Endülüs döneminin İspanya tarafını görmüştüm. Özbekistan'ı gezdim. Dört ayrı şehre gittim. İç Anadolu, tabii ki yaşadığımız coğrafya, Anadolu-Selçuklu döneminin çok önemli eserleri var. İran oldukça merak ettiğim bir yer gitmediğim.
Kuzey Afrika'da da bir tane ülkeye gittim ama hani odağıma bunları alıp bunları böyle bir tamamlamak istiyorum. Fakat enteresan bir şey. Gerçekten zamanın lineer olmadığını bize Göbekliktepe de söylüyor belki ama hani ben de bunun içerisinde bunu görüyorum. Yani lineer bir dünya değil belki daha Hegelci bakmak lazım. Yani zamanın oluşma duygusuna bakmak lazım. Aslında Helenistik dönemde var. Hep böyle bir bu desenlerin daha çok İslam aydınlanma döneminde yükseldiğini görsek de onlar da Helenistik dönemin kitaplarını çevirerek ve o tarafa bakarak bu değerleri bir noktaya getirmişler. Bence sorduğumuz zaman Helenistik döneminde daha öncesi var. Biraz da oraya da bakmak istiyorum. Fakat bunlar sanat eserlerine dönüşür mü, sergiler miyimle ilgili bence bir yere de götürmüyor. Belki bu bir strateji olabilir bir sanatçı adına. Kendini var etmek adına, insanlarda bir akılda kalıcılık yaratmak adına. Ama ben oradan oraya zıplayıp yepyeni bir şey bulmayı tercih ediyorum. Şu an için ne yapacağımı bilmiyorum. Bir sonraki işimle alakadar. Kişisel sergimi erteledim. Çünkü bu geometrik desenlerle olan hesaplaşmamı bitirmek üzereyim. İstediğim noktalara doğru vardı. Tamamen bundan kopuyorum değil. Ama buradan uzaklaşıp yepyeni bir dünyaya doğru geçeceğim ama ne olduğunu ben de bilmiyorum şu anda.