Mural kültürünü bu coğrafyaya taşıyan ve yaptıkları duvarlarla İstanbul’u mural sanatı konusunda sanatçılar için de bir rotaya dönüştüren Mural İstanbul ekibiyle geçtiğimiz dönemde gerçekleştirdikleri projeleri konuştuk.
2011 yılında fikren kurulan, 2012’de ilk defa Yeldeğirmeni’nde cisimleşen Mural İstanbul’u tanıdığımız yüz duvarlar. Şehre kazandırılan müthiş duvarların ardındaki ekibi de biraz tanıyabilir miyiz?
Mural İstanbul, iki kurucu ortağıyla yoluna devam eden, zamanla yapılan işlerin çemberinin büyümesiyle çekirdek kadrosuna yeni isimler eklenen bir oluşum. Kurucularımızdan Theo Gilij proje yürütücümüz, aynı zamanda sahibi olduğu Türkiye’deki tek graffiti mağazası Donut Store’la bu kültüre farklı bir cephede de destek veriyor. Diğer kurucumuz sokak sanatçısı ve heykeltıraş Esk Reyn bazı projelerde sanatçı olarak konumlanırken başka sanatçılarla ilerlediğimiz üretimlerde sahadaki organizasyonu üstleniyor. Ekibe yeni dahil olan Max on Duty, yine bazı projelerde sanatçı olarak yer alıyor ve koordinasyonu sağlıyor. Kendisi en gencimiz olmasının getirdiği jenerasyon avantajıyla dijital işlerimizi de sırtlanıyor. Grafik tasarımcımız Erman Yılmaz’la ilk günden bu yana birlikte ilerliyoruz. Yaptığımız projelerin içeriği doğrultusunda asistan olarak bizimle çalışan isimler var, bu isimler düzenlediğimiz atölye çalışmalarında da sanatçı olarak yer alıyor. Yaptığımız işlerin gereksinimi dahilinde mimar, şehir planlamacısı, sanatçı, tasarımcı, prodüktör ve iletişim danışmanı olarak bizimle birlikte yol alan profesyonellerle kadromuz dönemsel olarak büyüyebiliyor.
Bu ülkede mural konusuna hiçbir aşinalık yokken festival gibi güçlü bir kurguda bu kültürü yayma hayali nasıl kuruldu?
Dünyada düzenlenen tüm sokak sanatı festivalleri aslında graffiti buluşmalarından evrildi. Türkiye’deki graffiticiler tarafından yakın coğrafya olduğu için Avrupa graffitisi, özellikle Türkiyeli sanatçıların büyük bir katkısı olması sebebiyle de Alman ekolü takip ediliyor. 90’lı yılların ortalarında, özellikle Almanya’da gerek şehrin kenarında kalmış bina cepheleri, kullanılmayan köprü altları ve eski tünellerde graffiticiler bir araya gelerek belli bir kompozisyon ve palet üzerinden büyük çaplı duvarlar üretmeye başladılar. Bu graffiti buluşmaları on yıl boyunca oldukça aktif bir biçimde devam etti ve çok büyük bir sosyolojik kırılıma yol açtı. Graffiti aslında illegal tavırla yapılan bir iş, kısa sürede ve hızla yapılır, estetik kaygı güdülmez ve sadece yapılması önemsenirdi. Graffiti buluşmaları sayesinde hızlı olunması gerekmeyen, serbestçe yapılan işlerle graffitilerin ne kadar güzel ve etkileyici olabileceği görüldü. Bu sayede insanların graffiti üzerindeki negatif algı yön değiştirdi ve şehir merkezlerinde de graffitiye alan açıldı. Bir sonraki adımda şehir merkezlerindeki apartmanların cephelerine iskeleler kurularak birçok graffiti sanatçısının kolektif ürettiği işler yapılmaya başlandı. Böylelikle graffiti karaktercileri yani graffiti yazılarının yanında daha resimsel, illüstratif işler ön plana çıktı. Bu da bazı yetenekli insanların solo olarak vinçler yardımıyla kişisel duvarlarını üretmelerine sebep oldu. Böylelikle graffiticiler arasındaki tatlı rekabet şehir içerisindeki küçük parçalardan büyük cephelere taşındı. Graffitinin sahip olduğu “battle” ruh sebebiyle graffiti eserleri çok büyük çapta görünürlük kazandı. Kamusal sanatın çemberine duvarlar dahil oldu. Bazı şehirlerde festivallere dönüştü ve 2000’li yılların ortalarından itibaren tüm dünyaya bu festival kurgusu yayıldı. Biz bu süreci takip ederek büyüdük. Graffiti kültürüne hakim olabilmek için durmadan kitap alırdık. Bu kitaplar aracılığıyla graffiti ve sokak sanatı haricinde bir mural kültürü olduğunu öğrendik. Kültürü anlatabilmek için belediyelere bile bu kitapları bıraktık hayallerimizin peşinden koşarken. Bu festivali yapmak bizim için ütopik değildi. Tutkunuz çok büyüktü ve bu festivali var edebildik. Yaşadığımız şehre sanat aracılığıyla değer katmanın haklı gururunu taşıyoruz.
Mural İstanbul ilk olarak Kadıköy’le özdeşleşti. Sonrasında Sarıyer’de yapılan festival ve Fikirtepe’de yer alan“Konuşan Duvarlar” projesiyle kapsamını genişletti. Geçtiğimiz sene ise bildiğimiz sınırlarının dışına taşan heyecan verici projelerle görünürlük sağladınız. Bu dönüşümün hikayesinden bahseder misiniz?
Şu an farklı bir yöne evrilmiş olsa da Mural İstanbul’u ilk etapta şehir festival olarak düşündük. Olayın gerçekleşeceği yer sokak olduğu için, yani işin doğası gereği şehir yönetimi ve belediyelerle birlikte çalıştık. Çalışmalar seneler içinde İstanbul, özellikle Kadıköy’de birçok insanın beğenisini kazandı. Sokakta bu ölçekte resimler olması herkes için konuyu etkileyici hale getirdi. Bir kişinin çıkıp koskoca bir cepheyi boyaması aslında performatif bir gösteri. Yapılan işler bulunduğu alanla özdeşleşiyor ve anıtsal nitelik de taşıyor. Türkiye’nin farklı rotalarındaki belediyelerde de farkındalık oluştu. Mural eserlerin bulunduğu lokasyona değer katması, şehirle ve şehirlilerle yeni bir iletişim aracı olması birçok marka ve kurumun da dikkatini çekti. Bazı markalar, bu ruhla özdeşleştirdikleri kendi projelerini marka iletişimi ve tavır sebebiyle bizim yaptığımız çalışmalara entegre etmek istediler. Kurumlarla diyaloğa girmek bizi de ister istemez bir kurum görünümüne soktu.
Seneler içinde 6 kıta ve 17 ülke’den 39 sanatçıyı ağırladık. Farklı graffiti kültürleri ve stillerine hakim olduk. Aslında bu anlamda bulunduğumuz noktadan dünyayı gezdik. Bunu yaparken dünya sokak sanatı sahnesine yeni bir lokal kazandırmış olduk. İstanbul artık global sokak sanatı kültüründe sanatçıların uğramayı dilediği bir durak. Bu kültürün ülkemizdeki yaratıcısı olmamızın yanında bu işe dair çok büyük birikimlerimiz var. Böylelikle bilirkişi olarak konumlanabiliyor var olan talepler doğrultusunda ihtiyaca yönelik çeşitli projeler geliştirebiliyoruz. Pandemi beraberinde kültür sanat alanında büyük bir sekte yaşandı. Bir sanatçının mural üretimi, işin ölçeği gereği farklı sektörlerin desteğiyle mümkün. Biz de kurumlar ve üretimler arasında kültürü tanıyanlar olarak köprü oluyoruz ve kültürün devamlılığına kapı aralayabiliyoruz.
Red Bull’la yaptığınız saha projesi gibi.
Bundan 2-3 sene önce Fransız bir sanatçı şehirde iki bina arasında yer alan atıl bulunan bir sahayı ve etrafını boyayarak orayı şehrin en vurucu noktalarından biri haline getirdi. Üretimi dünyada büyük beğeni ve ilgi gördü. Sokak sporları ve sokağın sanatı graffiti, üretildikleri alanla sebebiyle birbiriyle sürekli etkileşim halinde. Skatepark’lar, basketbol sahaları graffitinin dolaştığı alanlar zaten. Atıl bir sahanın yaşadığı dönüşümle, örnekler çoğaldı. Sahaların boyanması da oyuna dahil oldu.
Aslında sanatsal bir dokunuşla tıpkı şehirde fark etmediğimiz binaların ilgi odağı olması gibi sahalar da boyanarak o sahada spor yapan insanlar dışındakilerle etkileşime girdi. Red Bull’un projesi sokak basketbolu temelliydi. Aynı zamanda graffiti kültürünün kardeşi olan kültürlerden break dans ve kaykay yarışmaları, rap konserleri gibi etkinlikler düzenlemeleriyle paydaşlık kurduğumuz bir marka. Bu sebeple Half Court projesinin Türkiye ayağını büyük bir heyecanla üstlendik. Üç farklı şehirde, üç farklı sanatçının o şehir ve o sahalara özel duygu ve düşüncelerini ifade ettiği sahaları yarattık. Burada bizi motive eden, normalde alışık olduğumuz bina yüzeyi yerine üzerinde gezinip kompozisyon içinde kaybolabileceğimiz bir alanda resim yapabilmekti.
Boyner Cadde binası da harika görünüyor. Bu projedeki heyecanınız ne üzerinden temelleniyor?
Boyner projesi, bir binanın tüm cephelerini boyadığımız ilk proje olmasıyla bizim için çok özel bir konumda. Projenin mimarı Mustafa Toner’in bizden beklediği sokaktaki üretim reflekslerimizden yola çıkarak graffiti dokusunun resmini yapmamızdı. Bu sebeple projeyi iki farklı sanatçı üzerinden kurgulayarak farklı dokuları elde ettik. Bizim hazırladığımız doku üzerine farklı graffiti ve sokak sanatçılarını da projeye dahil ederek yönlendirdik ve farklı stilleri buluşturduk. Sokağın özgür ve çok dilli tarafını vurguladık. Bina içinde de 4 katta yaptığımız çalışmalarla her kata farklı bir atmosfer ve kurgu kazandırdık. Sokağın özgür ruhunu yansıtmak isteyen bir markayla, hakikaten özgürce üretmek için yüreklendirildiğimiz bir senaryo içinde çalışmak inanılmaz bir deneyimdi.
Önünüzdeki sezon planınız nasıl?
Bu yıl içinde başka markalarla yapacağımız yeni işbirlikleri var. Mevsimin el verdiği sürece önümüzdeki dönem de sokaklarda kalmayı planlıyoruz.