Barselona'da yaşayan mimar, etkileşim tasarımcısı ve eğitmen Mehmet Berk Bostancı ile yeni medya ve etkileşim tasarımı üzerine bir sohbet.
Mehmet Berk Bostancı kimdir?
Mimarlık kökenli bir tasarımcıyım. Etkileşim tasarımı okudum ve akabinde İspanya, Avustralya gibi çeşitli ülkelerde festival ve bienallere enstalasyonlar yaptım. Kadir Has Üniversitesi’nde parametrik tasarım, etkileşim ve yaratıcı kodlama üzerinde dersler veriyorum. Meraklı bir insanım diyebilirim, öğrenmeyi ve üretmeyi seviyorum. Şu an 30 yaşımın son haftalarında seyrediyorum.
En baştan başlayalım istersen. Mimarlık eğitiminin ardından yüksek lisans için Barselona'ya gittin ve IAAC'de yaratıcı kodlama üzerine eğitim aldın. Nasıl bir eğitimdi, biraz bilgi verebilir misin?
Okuduğum bölüm interaktif tasarım ve yeni medya sanatı üzerineydi, yeni medyanın öncülerinden Klaus Obermaier ile çalışma şansım oldu. Çok yoğun bir programdı; prototipleme, test etme ve iterasyon tasarım sürecinin en önemli parçalarıydı. IAAC’e ciddi bir Maker kültürü hakim. 3D printerlar, CNC frezeler gibi dijital fabrikasyon aletleri sayesinde tasarlayabildiğimizi üretebiliyorduk. Atölye dışarıdan hırdavatçı gibi görünüyordu ama içeride her köşeden yeni bir zihni sinir icat çıkıyordu. Etkileşim ürünleri yaratmak için elektronik ve yaratıcı kodlama dünyasına bu şekilde daldım ve hala oralarda geziyorum. İlham verici ve ufuk açıcı bir deneyimdi, tamamen yabancı bir konuda bile öğrenebilirim ve yapabilirim hissini veren bir araştırma felsefesiyle aşılandık.
Peki mimariden interaktif tasarımlara geçiş sürecin nasıl oldu?
Öğrenciliğimde mimarlığın en ilgimi çeken tarafı bir dil olarak insan ile iletişimiydi. Bir koridorun sizi harekete yönlendirmesi ve kare planlı bir alanın durağan bir mekan yaratması gibi insan bilinçaltıyla etkileşimi ve hepimizde ortak olan içgüdüsel tepkiler. Bunları araştırırken etkileşim tasarımına rastladım. Erişilebilir teknoloji, insan odaklı tasarım önemsediğim fikirlerdi ve Mimar Sinan’dan aldığım geleneksel eğitimin üzerine bu çağdaş araçları koymak istedim. Enstalasyonlar üreterek bu disiplini devam ettirmek benim için de sürpriz oldu, bir baktım ki çok severek yapıyorum. Etkileşimin tasarımda bir kilit taşı olduğuna inanıyorum, bir ürünün değeri kullanıcıya ulaşabildiği kadar var.
En en basit haliyle oyuncak yapıyorum diyebilirim. Brian Eno’nun bu konuda hoşuma giden bir lafı var: “Çocuklar oyun ile öğrenir, yetişkinler sanat ile oynar”. Sanat ve teknolojiyi birleştiren yeni deneyim platformları tasarlıyorum.
Yaptığın iş son dönemin popüler yeni medya disiplinlerinden biri olmasına rağmen birçok insan için hala yabancı. En basit haliyle yaptığın işi nasıl tanımlarsın?
En en basit haliyle oyuncak yapıyorum diyebilirim. Bazı insanların oyun kavramı hakkında pejoratif bir algısı olabiliyor; oyun evrimimizde büyük rol oynayan ve her daim hayatlarımızın bir parçası olarak öğrenme, deneyimleme ve keşfetme ile el ele giden bir davranış şekli. Brian Eno’nun bu konuda hoşuma giden bir lafı var: “Çocuklar oyun ile öğrenir, yetişkinler sanat ile oynar”. Sanat ve teknolojiyi birleştiren yeni deneyim platformları tasarlıyorum.
İnsanlar performansın bir parçası olunca deneyimi benimsiyorlar, izleyen kadar izlenen olmak bir heyecan da yaratıyor. Şaşırtıcı bir şekilde, sonrasında nasıl çalıştığını öğrenmek “büyüyü bozmak” yerine aldıkları ilhamı derinleştiriyor.
Geçtiğimiz sene Bang.Prix 2019'da sergilenen enstalasyonun String Spring oldukça ses getirmişti. String Spring'de olduğu gibi çalışmalarında insanları tasarımın bir parçası olarak kurguluyorsun. İnsanların bu interaktif tasarımları deneyimledikten sonraki tepkileri nasıl oluyor?
İnsanlar performansın bir parçası olunca deneyimi benimsiyorlar, izleyen kadar izlenen olmak bir heyecan da yaratıyor. Şaşırtıcı bir şekilde, sonrasında nasıl çalıştığını öğrenmek “büyüyü bozmak” yerine aldıkları ilhamı derinleştiriyor. Benim için en tatmin edici an insanların doğal etkileşimlerini izlemek. Herkesin farklı bir yaklaşımı var. Tamamen odaklanmış bir halde kollarını savurarak zıplayan tepinen insanlar olduğu zaman tasarımı başarılı sayıyorum. Yaptığın yemeğin afiyetle yenilmesi gibi bir his.
İnteraktif bir tasarım yaparken tasarımı oluşturan senin kontrol ettiğin parametreler ile dışarıdan izin verdiğin etkileşimler arasındaki dengeyi nasıl sağlıyorsun?
Bu çok güzel bir soru. Seçim bolluğu seçim azlığı gibi izleyiciyi etkileşimden soğutabiliyor. “Paradox of Choice” diye bir adı var bu olgunun. Etkileşim senaryosu içinde özgürlük ve kontrol hissini vermek izleyicinin etkileşime katılımı için çok önemli fakat bunun kontrolü anahtar noktalarda açarak sağlanması gerekiyor. Test ederek, insanların tepkilerini gözlemleyerek ve doğru sorular sorarak tasarım süreci boyunca optimize edilebilen bir kadraj.
Bütün çalışmaların içerisinde tasarım süreci ve çıkan ürün bazında bugüne kadar seni en çok heyecanlandıran çalışma hangisiydi?
Bir tanesini seçmek gerekirse sanırım o Petal olur. Yelkenli bir kalemin, etrafındaki fanların rüzgarıyla gezerek bir kanvas üzerinde çizgiler ve örüntüler oluşturduğu bir çizim makinesi fikriyle başlamıştım. Tasarım süreci birçok deneme-yanılma ve tekrar ile geçti, her adımında yeni bir şey öğrendim. Edouard Cabay’in stüdyo dersinde bir proje olarak başlayıp çeşitli galerilerde sergilenmeye ve El Pais, ArchDaily gibi kanallarda yayımlanmaya kadar devam etti. Google’da araştırdığımda üretilmiş benzeri bir fikir bulamıyorum, bu beni sevindiriyor.
Barselona'da yaşayan Türk bir tasarımcı olarak Türkiye ve İspanya'da tasarıma bakış açısında ne tür farklılıklar var?
İspanya’daki genel tasarım anlayışını beğeniyorum. Sade, fonksiyonel fakat samimi ve insancıl. Türkiye’de üzerine inşa edilecek geçmiş kültür ve sanat çok çeşitli. Bu kadar çeşidin içinde ortak bir yönelim bulmak daha zor. Türk tasarımına birçok karakteri var ve daha renkli diyebilirim.
Yaşadığın şehrin tasarım anlayışına ne tür katkıları oldu?
Barselona tasarımla iç içe yaşayan bir şehir, şehrin kendisi dünyadaki en ünlü kentsel planlamalardan birine sahip. Şehir genelinde etkinliklerde yeni sanatçılara yer verilmesi, toplumun yeniliklere olan hevesi, kurulan inovasyon merkezleri hep gelişimi destekleyici öğeler. Sanatçılar, mühendisler ve tasarımcılar bir araya gelince disiplinler arası iletişim hızlanıyor ve güçlü takım çalışmaları mümkün oluyor. Bunların tasarım sürecinde takım çalışması etiğimi güçlendirdiğine inanıyorum.
Aynı zamanda bir araştırmacı ve eğitimcisin. Genç yeteneklerle bir arada olmak ve çalışmak bir tasarımcı için ne kadar önemli?
Robert Heinlein’ın “Birisi öğrettiğinde ikisi öğrenir” diye bir sözü var. Gerçekten doğru, öğretmek sahip olduğun bilgiyi damıtmaya yarıyor. Bir şeyi öğretmek için öğrenmek konuyu derinlemesine anlamak ve sadeleştirmekten geçiyor. Öğrencilerin ortak bir konu üzerine geliştirdiği farklı yaklaşımlar da bakış açının esnemesini sağlıyor. Bunların dışında heyecanlı gençlik arasında vakit geçirmek keyif verici. Öğrencilerin de bu konularda bilgilenip gelişmelerini ve eğlenmelerini izlemek beni mutlu ediyor.
Gelecek için heyecanlı mısın? Planların neler?
Kesinlikle, daha keşfedecek çok şey var. Yakın gelecekte üretime ve eğitime devam etmeyi planlıyorum. Bu aralar beni düşündüren bir konu ise etkinliklerde etkileşimlerin ziyaretçiler tarafından yaşanıp bu uçucu anların fotoğraf ve video olarak soyutlanması. Bu etkileşimleri daha da yaygınlaştırma ve kalıcılaştırma isteğim var.