Heykellerinde, çevresiyle sürekli etkileşim halinde olan bireyin gelişimini araştıran Heykeltıraş Mahmut Aydın ile sohbet ettik.
Mahmut Aydın kimdir? Kısaca kendinden bahseder misin?
Diyarbakır doğumluyum, 2009 yılında Diyarbakır Güzel Sanatlar Lisesi'nden mezun olduktan sonra aynı yıl Mimar Sinan Üniversitesi Heykel bölümüne girdim. Bu zaman zarfında birçok yarışmada ödül kazanıp önemli sergi ve organizasyonlarda yer aldım.
Heykellerinde etraflarında gelişen olaylara bağlı olarak insanların zaman içindeki değişimini göstermeyi amaçlıyorsun. Çalışmalarında üzerinde durduğun temaların hikayesini senden dinlemek isteriz.
Her defasında bir zaman girdabı içinde yaşama tutunduğumuz hissine kapılıyorum. Yaşamlarımız her ne kadar temelde benzer olsa da görmezden geldiğimiz ufak detaylar bizlere yaşama dair farklı tutumlar edindirdiğini görüyorum. Beni aslında ilgiyle heyecanlandıran şey, o küçük detayları forma dönüştüren itici güç oluyor. Temelde insana dair konuları işliyorum. İnsanın yaşamı ve iradesi üzerinde etki eden doğal ve yapay koşullar ile zaman içinde oluşan değişimi plastik değerlerle anlatmayı amaçlıyorum. Bu bağlamda insana dair ne varsa heykele konu olabiliyor. Aslında herhangi bir durum veya nesnenin kendi bağlamının yanı sıra bendeki etkisi ve yapılacak heykeldeki yer alış biçimi benim için çok daha önemli olabiliyor.
Bu durumu size Sıfır Noktası isimli çalışmamdan örnek vererek daha iyi açıklayacağımı düşünüyorum. Açık gri renge boyanmış heykel kompozisyonu, belli bir düzenle yerleştirilen sekiz metal şemsiyenin ortasına konumlandırdığım yağmurluk giymiş figürden oluşuyor. Bu heykelde sıradan günlük nesnelerden biri olan şemsiye, sanat nesnesine dönüşüp metaforlaşıyor. Böylelikle bambaşka bir boyutta yaşam buluyor. Burada kullanılan şemsiye, daha ilk aşamada ister durağan ister hareketli parçalarla olsun, insan ile doğa arasında maske konumunda bir tür paravan olarak anlam bütünlüğünü sağlıyor. Sosyal statülerimiz birçok gizem ve sırlarla birliktelik içindeyken, yerde belli bir düzenle yerleştirilen şemsiye, heykelin adeta arınmışlığını, hakikatle yüzleşmesini ve yaşadığı katarsisi gösteriyor.
Yarattığın insan figürlerinde gözlerin kapalı olduğunu görüyoruz, bu yaklaşımın sebebi nedir?
Heykellerimi tasarlarken çoğu kez, kendimi yapmak istediğim heykelin yerine koyarım, bir bakıma kendini dışardan izleyen bir ben gibi, o formu tüm detayları ile canlandırmak istiyorum. Bu yaklaşımla, o anda bir parantez açtığımın hissine kapılıyorum. Çevremde olan biten her şeyi bir bellek gibi kaydeden, anda kalan ve anlamaya çalışan, olup bitene karşı bir o kadar duyarlı ama aksiyon içinde olmayan gözleri kapalı bir bellek gibi konumluyorum.
Çalışmalarında birbirinden farklı malzemeler ile üretim gerçekleştirmenin zorlayıcı ve heyecan verici yanları neler?
Sanat eserini ortaya çıkaran itici güç, sanatçının duyduğu içsel gereksinimlerini, bilgi ve becerisiyle farklı disiplinler ile dışa vurumudur; fakat zihinsel olan o şeyin, forma dönüşümü esnasında zaman, mesafe ve materyal büyük bir problemin habercisidir. Düşlerimizde canlanan şeyin gerçeklikle bağı kurulmamakla birlikte hem malzemenin hem de boyutun zor, bir o kadar da baskın karakteri ile henüz tanışmamıştır. Düşündüğümüz şeylerin tüm detaylarıyla birlikte boyutlarını net bir şekilde kestirmek oldukça güçtür, bu durumda sanat eserinin üretim sürecinin fikir + plastik bilgi + malzeme ile, ancak bu üçünün kusursuz dengesiyle olabileceğini düşünmeme sebep oluyor. Bu bağlamda düşündüğümüz şey ile malzeme arasında doğal olarak var olan mesafe, o kusursuzluğu ortadan kaldırıyor. Sonuç olarak, ancak zihnimde tasarladığım görüntüden anımsadığım ve yorumladığım şey kalıyor. Bu bağlamda majör değişikliklerin heykelin doğası gereği oluşan anın bir parçası oluşunu kabullenmemi de sağlıyor. Bu bağlamda benim için malzeme genellikle bir araçtan öteye gitmiyor. Esas olan fikirdir. Çoğu kez heykeli daha ilk aşamada malzeme ile birlikte kurgularım. Günlük, sıradan, hatta endüstriyel nesnelerin bile, bağlamından kopartılarak anlatılmak istenen şeye uygun kullanıldığı andan itibaren bambaşka boyutta çarpıcı bir anlama büründüğüne tanık olmuşuzdur.
İlham tazelemek için neler yaparsın? Bu alanda veya farklı disiplinlerden merakla takip ettiğin isimler kimler?
Hiçbir şey yapmak istemediğim zamanlar, çoğu kez zihinsel açlığımı ihmal ettiğim dönemler oluyor. Bunu fark ettiğimde bolca kitap okuyup desenler yaparım ve keyifle sanat hakkında sohbet ettiğim arkadaşlarımla konuşurum, mesela Mehmet Ergüven; bilgisi, kültürü ve yaşam tecrübesi beni her defasında büyüler. Saatlerce desenler, heykeller ve okuduğum kitaplar hakkında konuşuruz ve bu durum beni enerjik olmamı sağlıyor. Bazen okuduğum kitapta geçen küçük bir söz bile heykelime konu olabiliyor. Mesela To Talk isimli heykeli John Steinbeck’in ‘Bitmeyen Kavga’ kitabında geçen bir sözden etkilenip yaptım. “Konuşmak güzeldir dinleyen olmasa da” cümlesi benim için eşsiz bir cümle. Aslında farkına varmadan bunu sürekli yaparız. Zihnimiz hep konuşur, kişiler ta ki dışa vurana dek duymaz.
Gelecek için heyecanlı mısın? Planlarında neler var?
Geleceğin bilinmezliği heyecan verici. Artık her şey çok hızlı gelişiyor. Durmadan fikirlerimiz, hayallerimiz, çevremiz, doğa ve aklımıza gelen gelmeyen her şey bir devinim içerisinde dönüşüyor. Bu da bizi dinamik bir yaşamın parçası haline getiren, bizi yapı bozumuna iten ve yeni düşleri aralayan itici güçtür. Belki de gelecekte sanat eseri dediğimiz şey alışılagelen formların, disiplinlerin dışında bir şeylere dönüşecektir. Sanatın ve bilimin ucu bucağı olmayan sınırsızlığı hakikaten de heyecan verici.