Hikaye anlatımı aracılığıyla fotoğraflarında görsel bir dil oluşturan moda fotoğrafçısı Eylül Ezik ile çalışmaları ve pratiği üzerine sohbet ettik.
Eylül Ezik kimdir? Kısaca kendinden bahsedebilir misin?
1987 yılında dünyaya geldim. İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdim. Hikaye anlatmayı çok sevdiğim için aldığım eğitim güncel işlerime olumlu yönde yansıyor; sürekli besleniyorum. Hikaye anlatmayı yazılı olarak değil de fotoğraf ile gerçekleştiriyorum.
Moda fotoğrafçılığının ötesinde sanat pratiğini nasıl tanımlarsın?
Temel olarak deneysellikten çok hoşlanıyorum ve farklı şeyler denemeyi sevdiğim için pratiğimin özünde deneysellik var diyebilirim. Farklı yollarla görsel hikayeler anlatmak ve bunu hep evriltmek üzerine çalışıyorum. Analog ve dijital fotoğrafları beraber kolajladığım çalışmalarımda odak noktam yoğunluklu olarak insan ve suretler üzerine.
Birbirini tekrar eden imgeler, insanın kendini arayışı ve doğası içinde kendini konumlandırması çalıştığım temaların başında geliyor.
Çektiğin fotoğraflar üzerinde oynamalar yaparak onları farklı bir boyuta çıkarmayı ve gerçeklerden kaçan kolajlar yaratmayı seven bir fotoğraf sanatçısı olarak kendine özgü bu görsel dilin arkasındaki hikâyeden bahseder misin?
2020 yılında pandemi sürecinde, kendime döndüğüm ve bu süreçte üreterek nasıl kendimi ifade edebilirim diye düşünürken önceden çektiğim fotoğrafları manipüle etmeye başladım. Bu hem gerçeklikten biraz kaçış hem de biraz ruhumu doyurma pratiği oldu benim için. Farklı bir perspektiften hem kendime hem de eserlerime bakma fırsatı doğmuş oldu böylelikle. Ağırlıklı olarak doğaya aidiyet ve özlemden yola çıkarak fotoğraflarımı yeniden yorumladım. Çünkü o dönemde fazlasıyla doğaya özlem ve özgürlük duygusu baskın gelmişti. Kapanma, sıkışmışlık ve hayatta kalma üçgeninde ben de hayal gücümü bu duyguların üstesinden gelmek için harekete geçirdim.
PPR Editions kapsamında Dichotomy of Reality isimli ilk sergini hayata geçirdin. Pandemi döneminde üretmiş olduğun birbirinden bağımsız üç seriden oluşan serginin sürecini senden dinlemek isteriz.
PPR İstanbul ajans pratiğinin dışında, hem galeri alanı hem de karanlık oda hizmeti sunacağı bir proje geliştirerek PPR Editions’ı açtı. Sadece kendi bünyesindeki fotoğrafçılara moda ve reklam fotoğrafları dışında, bireysel çalışmalarını sergileyebileceği bir fırsat yaratmış oldu bu sayede. Bu oluşumun da ilk sergisi benim projemle gerçekleşti. “Dichotomy of Reality” benim pandemi ve hemen sonrasında ürettiğim çalışmaların bir araya gelmiş halini sergi bünyesinde buluşturmamızın bir ürünü. Çalışmaların ortak noktası simetrik bir perspektiften gerçekliğin ikiye ayrılması. Gerçeklik duygusunun alternatif bir ikincil boyut kazanmış halini güzellik olgusu üzerinden yorumladığım bir karma proje diyebiliriz.
Bugüne kadar çektiğin fotoğraflar arasında seni en çok heyecanlandıran çalışman hangisiydi?
Çok zor bir soru ama aklıma ilk gelen Vogue İtalya’ya yaptığımız editoryal projeydi. Pomak Gelin kültürü üzerine bir fotoğraf hikayesi çekmiştik. Üzerinde her detayına çalışıp tüm ekibin çok heyecanlandığı bir projeydi. Yayınlandığında oldukça mutlu olmuştuk.
İlham tazelemek için neler yaparsın?
Seyahate çıkmak bence ilham için en iyi gelen şeylerden biri. Çokça film izlerim ve okurum. Son zamanlarda ağırlıklı olarak polisiye edebiyat okuyorum. Bir de bol bol yürüyüş yaparım.
Bu alanda ya da farklı disiplinlerde çalışmalarını merakla takip ettiğin isimler kimler?
Beğenerek takip ettiğim çok fazla isim var elbette. İlk aklıma gelenler: Frode Bolhuis, Shae DeTar, Elizaveta Porodina, Murat Palta ve Aykut Aydoğdu. AI sanatçısı olarak da Doopiidoo'yu ilham verici buluyorum.
Gelecek için heyecanlı mısın? Planlarında neler var?
Gelecek elbette ki gelişen teknolojiler sayesinde sanat alanında da çokça farklı alanlar yaratıyor. Yapay zeka teknolojisi kendi sanatçılarını yaratmaya başladı. Bunu ufuk açıcı, önü açık ve özgür bir alan olarak görüyorum. Daha da zenginleşeceğini düşünüyorum açıkçası. Ben de kendi perspektifimle ve disiplinimle bu sürecin bir parçası olmayı hedefliyorum.