Helsinki'de yaşayan ürün ve deneysel materyal tasarımcısı Erin Türkoğlu ile çalışmaları ve tasarım dünyası hakkında bir sohbet gerçekleştirdik.
Erin Türkoğlu kimdir?
ABD doğumlu, İstanbul'da büyümüş, ve son 6 senedir Helsinki'de yaşayan tasarımcı ve sanatçıyım. New York'ta lisansımı (Pratt Institute) yaptıktan sonra, Helsinki'ye yüksek lisans için taşındım ve sessiz Finlandiya'ya yerleşmiş buldum kendini. Son 4 senedir Finlandiya'da kendi tasarım atölyemi ve stüdyomu yürütüyorum. Eğitimimi endüstriyel tasarım ve mobilya tasarımı üzerine aldım. Tasarım atölyemde ürün tasarımının yanında, grafik tasarım, stüdyo-seramik ve deneysel materyal tasarımı üzerinde çalışıyorum.
Sadece bitmiş ürünler değil, atölyemdeki deneysel materyal örnekleri, kendi ürettiğim renk kartelaları ve başarılı olmamış deney koleksiyonum en büyük ilham kaynağı benim için. 'Yaparak düşünmek' diyorum bu sürece.
Tasarımların farklı form ve işlevlere sahip olsa da hemen hepsinde materyal ve teknik anlamında deneysel bir süreç göze çarpıyor. Tasarım sürecin için deneysel bir keşif diyebilir miyiz?
Her proje benim için bir hikaye, materyal ya da renk üzerine bir araştırmadan başlıyor. Neredeyse hiç bir zaman skeç ya da çizimden direkt olarak sonuca gitmiyorum. En güzel sonuçlar her zaman üretim sürecinden ve materyal üzerinden yapılan deneylerden gelir benim için. Zamanının çoğunu deney tasarlayarak geçiriyorum ve denemeden asla aklıma gelmeyecek form, doku ve sonuçları ancak böyle elde edebiliyorum. Stüdyomun aynı zamanda bir üretim atölyesi olmasının nedeni de bu. Sadece bitmiş ürünler değil, atölyemdeki deneysel materyal örnekleri, kendi ürettiğim renk kartelaları ve başarılı olmamış deney koleksiyonum en büyük ilham kaynağı benim için. 'Yaparak düşünmek' diyorum bu sürece.
Tasarım sürecinde analog ve dijital teknikleri nasıl kullanıyorsun, hangisine daha yakınsın?
Dijital ve fiziksel araçları farklı iki dünya olarak görmüyorum açıkçası. Projeye göre değişiyor hangi teknikleri daha fazla kullandığım. Analog teknikler çok önemli benim için. Ürün tasarımı el yapımı prototip aşamasından geçiyor tabii ki fakat tüm sürece bakacak olursam, dijital teknikleri belki daha da çok kullanıyorum.
Stüdyomda grafik tasarım, ürün tasarımı ve illüstrasyon konusunda çalıştığım için, dijital araçlar sürecin çok büyük bir parçası. İşlerim dijital de olsa fiziksel de olsa, genellikle aynı görsel dünyaya ait oluyor sonuçta. Tasarım sürecinde kullanılan araçlar değişebiliyor fakat yaratıcılık süreci hep aynı. Bazen de, iki tip tekniği bir araya getiriyorum, seramik ve elektronikler, 3d printing ve geri dönüşümlü deneysel malzemeler vs.
Tasarım tarzımı üç kelimeyle ifade etmem gerekirse; şiirsel, deneysel ve hassas.
Günlük hayatta kullandığımız objeleri tasarlarken işlevsellik ile estetik arasındaki dengeyi nasıl kurguluyorsun? Senin tasarımlarında bir tarafın diğerine göre ağırlığı var mı?
Günlük objelerde estetik ve işlevsellik birbiriyle çatışmamalı benim tasarımlarımda, birbirine iltifat etmeli. Mesela mobilya tasarımında, ek yerlerinin mantıklı olması, açıkta olması, hiç bir fonksiyonun gizli olmamasına dikkat ediyorum. Bir tarafın ağırlığı olmadığını düşünüyorum bu yüzden. Fonksiyon ve estetik birbirinin sonucu olmalı diye düşünüyorum.
Daha sanatsal projelerimde, estetik ve sezgisel bir başlangıç noktam olabiliyor ve yarattığım bir form için uygun bir fonksiyon bulabiliyorum sonradan. Biraz ters-yüz bir tasarım şekli ama paddle mirror bu şekilde doğdu.
New York'da Endüstri Ürünleri Tasarımı okuduktan sonra çalışmalarına Helsinki'de devam etme kararı aldın. Bir röportajında bu iki şehir için şöyle demişsin: "New York çok canlı bir şehir ancak çok fazla ilham ve uyaran var. Helsinki'ye taşındıktan sonra söylediğim ilk şeylerden biri sonunda kendi düşüncelerimi duyabiliyorum oldu.". New York'dan Helsinki'ye uzanan bu süreçten biraz bahsedebilir misin?
Ben Amerika'da doğup, İstanbul'da büyüdüm. Sonra da New York'a 19 yaşında lisans için taşındım. Çok büyük, canlı şehirlerde yaşadım Helsinki'ye taşınana kadar. İstanbul harika bir şehir, New York çok canlı bir şehir, ikisini de özlüyorum pek çok açıdan, fakat Helsinki'de kalmaya karar verdim yüksek lisansımdan sonra çünkü hem tasarım sürecim için sakin bir hayat iyi geldi, hem de günlük hayatım için. Herkesin ilham kaynakları farklı ama benim için büyük şehirlerin stresi tam bir yaratıcılık düşmanı. Finlandiya doğa ile iç içe ve stresten uzak bir yer. Herkes için değil ama tam benim için. Ayrıca ailem İstanbul'da olduğu için bol bol ziyarete gidiyorum.
Tasarım eğitiminde çeşitli zanaatleri öğretmek ve yerel zanaatkarlar ile tasarımcıları birlikte çalışmaya yöneltmek bence tasarımcılığın geleceği.
Bir dönem İstanbul’da yerel seramik, metal ve cam zanaatkarlarıyla çalışmışsın. Yerel zanaatkarlar ile günümüz modern tasarımcıların işbirliği yapması konusunda düşüncelerin neler?
İstanbul'da hala bu kadar zanaatkar olması gerçekten çok güzel. Zanaatin dünyanın her yerinde yavaş yavaş yok olması dikkat etmemiz bir konu. Pek çok genç tasarımcı, Nordik ülkelerde özellikle, zanaat ve tasarımcılığın birleştiği bir noktada çalışıyor bu günlerde. Eğitim sistemi burada zanaati öğretiyor tasarımcılara. Aalto Üniversitesi'nde cam üfleme, marangozluk, metal işçiliği, seramik gibi üretim tekniklerini öğrendim ve şimdi atölyemde devam ediyorum üretime ve çeşitli zanaatkarlarla çalışmaya. Tasarım eğitiminde çeşitli zanaatleri öğretmek ve yerel zanaatkarlar ile tasarımcıları birlikte çalışmaya yöneltmek bence tasarımcılığın geleceği.
New York, İstanbul ve Helsinki gibi üç farklı tasarım dinamiğine sahip ülkede yaşadın. Tasarım anlayışında nasıl etkileri oldu?
Tasarım anlayışı bu günlerde çok global, herkes aynı sosyal medyaya bakıyor, aynı tasarım haftalarına gidiyor. Tasarım dünyasının ötesine bakmak çok önemli o yüzden ilham için. Yerel mimarı, yerel materyaller, şehrin renkleri, tarih, zanaat ya da sanat, çok önemli ilham noktaları benim için. İnsanların günlük objeleri nasıl kullandığı, hangi özelliklerine daha çok önem verdiği de çok değişiyor ülkeye göre. Üç farklı ülkede yaşamış olmam, bu değişiklikleri fark etmeme neden oldu ister istemez ve tasarımcı olarak kendi değerlerim, tüm bu farklı dinamiklerden seçtiğim küçük parçalardan oluşuyor. Kendimi, içinde yaşadığım tüm kültürlerin bir kolajı olarak görüyorum.
Ürün tasarımında kültürel alışkanlıkları mı yoksa globalde herkese hitap edebilir olmasını mı ön planda tutuyorsun?
Eğer brief'e dahil değilse, tasarım yaparken bir hedef kitle düşünmemeye çalışıyorum. Kendime hitap eden objeler yapıyorum, çünkü en iyi anladığım dünya kendi dünyam ve tasarımcı olarak görevim iyi bildiğim, inandığım ve anladığım hikayeler anlatmak.
Stüdyomda çalışırken kahve ve her zaman boş, büyük ve temiz bir masa olması çok önemli. Güne boş bir kağıtla, skeçlerle ve o günkü düşüncelerimi kağıda dökerek başlıyorum genellikle.
İlham tazelemek için neler yaparsın?
Yeni bir ülkeye gitmek en güzel ilham kaynağı benim için, ya da sanat sergilerine ve müzelerine gitmek. Bazen de doğada yürüyüşe gitmek, bisiklete binmek.
Gelecek planlarında neler var?
Şu an normal stüdyo projeleri dışında, Japonya'da başladığım seramik heykel serisi üzerinde çalışıyorum. Önümüzdeki sene içinde bu projeyi bitirip bir solo sergi yapmak istiyorum.