Geleneksel dokuma sanatına getirdiği özgün ve yenilikçi teknikle dünya çapında işlere imza atan dokuma sanatçısı Fırat Neziroğlu ile çalışmaları üzerine sohbet ettik.
Fırat Neziroğlu kimdir?
Ben bir dokumacıyım; bazen dans ederim, bazen yazarım. Sanatın bir tarzı tavrı yoktur, sevincimi, hüznümü çeşitli yollarla anlatmayı, paylaşmayı severim. Aradan geçen bunca zaman sonra bir sanatçıyım derken halâ utanıyorum ama hiç vazgeçmeden hep aynı şekilde, farklı disiplinlerde üreten biriyim.
En son ismini Onaranlar Kulübü ile hayata geçirdiğiniz Kalamış Parkı Kolektif Dönüşüm Projesi’nde duyduk. 7 metrelik bir dokuma çalışmasıyla bu projede yer aldın. Dilersen ilk olarak bu projedeki çalışmandan başlayalım sohbetimize. Biraz projeden bahsedebilir misin?
Onaranlar Kulübü harika işler yapıyor. İşleri şehrin içinde bir anda karşınıza çıkıveriyor, mutlu ediyor. Yollarımız kesiştiği için çok mutluyum. Nike ve Onaranlar Kulübü ortak projesinde Nike ayakkabılarının atık parçalarının da kullanıldığı bir malzeme ile Kalamış Parkı yeniden tasarlandı. Bir kaykay pisti ve bir basketbol sahası. Kaykay ve paten kullananlardan, basketbol oynayanlardan edinilen fikirler doğrultusunda hazırlanan sahanın son dokunuşunu yaptık. Nike’in bu yılki sloganı “Bizi/Sporu kimse durduramaz" ile Swoosh (logo) ‘sunu basketbol tel örgüleri üzerine dokuduk. Onaranlar harika bir ekip, ben de Begum Yazar, Selahattin Şenkal, Elçin Yaren Çakırlar ile birlikte dokudum, Burcu Uydan da eklendi ve el örgüsü parçayı tamamladık. Süreçte kendi şişlerimizi tasarladık. Boyut oldukça büyüktü ve pandemi nedeniyle çok kısa bir sürede bitirmek durumundaydık. Gündüz güneş, akşam da serinde pek eğlenerek dokuduk. Genelde açık an kent projelerinde işler kırılır, yırtılır, zarar görür. Geçen gün yeniden önünden yürürken hala sağlam olduğunu görmek beni ziyadesiyle mutlu etti.
Geleneksel bir eylemi bugünün formuyla dokuyor olmak jenerasyonlar arasındaki bağı da güçlendiriyor.
Böylesi yeni nesil bir projeye geleneksel dokuma sanatını ekleyerek özel bir dokunuş yaptın. Kaykay kayan veya basketbol oynamaya gelen gençlerin belki ilk kez canlı deneyimleyebileceği ancak aslında kültürümüzün içerisinde olan bir elementi Y ve Z jenerasyonuyla buluşturdun. Nasıl hissediyorsun?
Dokuma genlerimize işlenmiş bir zanaat. İlk buluşlarımızdan bir tanesi. Dokuma anlattığım ve daha önce hiç dokumamış öğrencilerimi tezgahla baş başa bıraktığımda kendiliğinden dokumaya başlayabiliyorlar. Bu çok içgüdüsel bir eylem. Uzun zamandır sahnede dokuyorum. Opera ve senfoni ile sahne alıyorum, arp şeklinde bir tezgâhım var, enstrüman çalacağımı düşünen seyirciler önünde dokumaya başlıyorum. Çok mutlu oluyorum seyirciyle bu şekilde diyalog kurmaya. İşin kendinden çok süreci anlam kazanıyor. Kalamış Parkı'nda da böyle oldu. Uzaktan bakanlar, gelip soranlar, ben de yapmıştım diyenler. Çok mutlu oluyorum. Geleneksel bir eylemi bugünün formuyla dokuyor olmak jenerasyonlar arasındaki bağı da güçlendiriyor.
Senelerdir dokuma tekniğini çağdaş sanatlara taşıyan ve özgün işler üreten bir tasarımcısın. Kendi yaklaşımını oluşturma sürecin nasıl gelişti?
Kendiliğinden oldu. Her gün dokudum, bir süre sonra çok yoruldum, günüm gecem dokuma tezgâhı başında geçiyordu. Bir süre sonra daha az dokuyup kendime vakit ayırmak için deseni dokuyup zeminleri boş bırakmaya karar verdim. Yani “Haydi şimdi harika yepyeni bir teknik bulayım” diye hareket etmedim. “Neye ihtiyacım var?” sorusunun kendimce cevabıydı bu. Daha sonra dokuma içindeki boş alanlar boş görünmeli diyerek misina çözgüler kullanmaya başladım. Dokuma için bu bir ilkti. Şimdilerde dünya genelinde pek çok üniversitede bu teknik anlatılıyor. Kanada'da tekstil derneklerinde “Fırat Neziroğlu gibi dokumak” başlıklı atölyeler düzenleniyor. Geçtiğimiz yıl da Duygu Güleş tarafından hayatımı ve tekniğimi anlatan bir yüksek lisans tezi yayımlandı. Yaşarken akademik literatüre girmiş oldum. İnanın ben de çok şaşkın ve mutluyum.
Tasarım tarzını üç kelimeyle ifade etmem gerekse; basit, gündelik ve gerçek olurdu.
Biraz tasarım sürecini anlatabilir misin? Fazlasıyla analog bir süreç gibi görünmesine rağmen dijital tekniklerden de yararlanıyor musun?
Dört köşe bir tezgaha ellerimle çözgü çekiyorum, karşısına oturup boşlukta hayal ettiğim sureti yine hiçbir yardımcı teknik âlet kullanmadan ellerimle dokuyorum. Dokuma sürecinin tamamında makine, bilgisayar vb. hiçbir şey kullanmıyorum. Dokurken asistan da kullanmıyorum. Tek başıma tamamladığım bir süreç. Ancak bitirip sergilemeye hazır ettikten sonra mapping, ışık yerleştirme, yazılım ile anlamlandırma konusunda birlikte çalıştığım arkadaşlarım var. Oben Fıstıkoğlu ile birlikte çok keyifli çalışmalar yaptık.
Tasarımcı kimliğinin yanında yaptığın işlerin bir de zanaatkarlık boyutu var. Sen kendini tanımlarken bu iki kavramı nasıl değerlendiriyorsun?
Ben özünde dokumacıyım. Zanaatçıyım. Sanat, zanaat ve tasarım aynı disiplini kullanan farklı diller. Ama kendi içlerinde gereksiz bir hiyerarşi var bugün. Herkes sanatçı olma peşinde. Bunu da hem anlıyorum hem de gereksiz buluyorum. Hepsi yan yana, hiçbiri bir diğerinin hizmetçisi değil. Zanaatkârlar kendilerine üstten bakan sanatçılar ve tasarımcıların altında ezilmekten bıkıp başkaldırdılar. Modernleşip yeni sözler söylemeye çalıştılar. Ama olmadı. Zanaat kendi çerçevesinde zaten çok değerli. Eğer gelişeceksek bu sadece mana ile olur, anlam ile olur. Şekil bir dildir ve zamana göre değişir. Eski dili süsleyip bu güne getirirsek kimse o dili okuyamaz. Ben tam bir zanaatkâr olarak dokuyorum. Geçmiş desenlerin anlamlarını bugün dokuduğum suretlerin gözlerine yansıtıyorum. Geçmişe sürekli saygı duyuyorum.
Dokumanın potansiyelini en çok kullandığın ve bu anlamda seni en heyecanlandıran proje hangisiydi?
Sanat eserlerimde bunu çok fazla gösteriyorum. Ancak New York Fashion Week için hazırladığım erkek koleksiyonum “Yen" de geri dönüşüm ipliklerden yeni kumaşlar tasarladım ve Kalfa Tekstil'de ürettik. Dokumayı kullanılabilir, yıkanabilir, giyilebilir halde ve Anadolu tarzı ile yurt dışında göstermek, seri üretime geçmek beni çok heyecanlandırdı.
Şile Bezi inanılmaz. Doğayı okuyan anneanne ve dedelerimiz denizi, kumu anlamışlar. Karadeniz'in tuz oranı ve Şile kumunun inceliği dünyada örneği görülmeyen ve başka bir yerde üretilemeyen, bugün dünyada coğrafi istedi olan bir kumaş üretmişler.
Son olarak Şile Ağıtı projesinden bahsedebilir misin biraz?
İplikler elde eğriliyor, şile sahilinde yakılan ateş üzerinde Karadeniz’in tuzlu suyu kaynatılıyor. Kaynayan kazan içine un konuyor ve bir çorba hazırlanıyor. Bu çorba içine atılan iplikler çorba ile bütünleşiyor. Ardından kumsalda kurumaya bırakılıyor. Kuruyan ünlü iplikler dokuma tezgahına gerilip şile bezi dokunuyor. Tezgahtan çıkan kumaş denizde yıkanıyor ve unlarından arındırılıyor. Kumaş normal suda yıkanınca benzer sonuç vermiyor, sadece denizde yıkanınca istenilen yumuşaklığa ulaşıyor. Yıkanan kumaşlar şile sahilindeki kumların üzerine seriliyor ve ince kumlar kumaşın içine girerek içerden ve dışardan kurutuyorlar.
Böyle uzun işlemlerden sonra cân’a gelen kumaşlar eşsiz oluyor. Biz Şile Belediyesi ve İstanbul Kalkınma Ajansı ile birlikte Şile Bezi Kırsal Kadın Kooperatifini var etmek üzere çalışıyoruz. Şile'ye 100 tezgah kuruyoruz. Yerel halktan kadınlara dokuma öğreteceğim, bugün şehirli insanın günlük yaşamda kullanabileceği gömlekler ve üst giyim tasarımlarım üretildi ve şimdiden satılmaya başlandı. Hızla yol alıyoruz. Diliyorum diğer şehirlerde pek çok farklı zanaat ürünlerine örnek olur.
İlham tazelemek için neler yaparsın?
Sevdiklerimle zaman geçiririm. Onları dinlerim, ben anlatırım...
Gelecek planlarında neler var?
Gelecek çok sürprizli ve benim ne olacağı konusunda hiçbir fikrim yok. Kendimi tamamen akışa bırakmış haldeyim. Bir daha hiç dokuma yapmayabilirim, bir daha hiç dans etmeyebilirim. Hayat beni bambaşka yollara götürebilir. Hepsine açığım. Her gelen en güzeliyle, her olan en kolayıyla olsun dileğim.