Görsel sanat çalışmalarında güçlü hikaye anlatıcılığıyla öne çıkan pop sanatçısı ve 2D animatör Berk Şentürk ile çalışmaları üzerine sohbet ettik.
Berk Şentürk kimdir?
1987 doğumluyum. Üniversite çağına kadar Edremit’te yaşadım. Çocukluğumun çoğu oyuncaklarım ve evde keşfettiğim kağıt-kalemle geçti. El becerilerimi ve çizime olan yatkınlığımı bu dönemde keşfettim. Çizim yapmayı sevdiğimi biliyor ancak gelecekte ne gibi bir meslek edinebileceğimi hiç bilmiyordum. Etrafımdaki insanlardan gelen öneriler daha çok “Sen bi’ meslek seç, çizimi hobi olarak devam ettirirsin.” şeklinde oluyordu.
Liseden sonra büyük bir şehre taşınmak ve olasılıklarımı artırmak için puanımın tuttuğu Ankara Üniversitesi Ziraat Mühendisliği’ne başladım. İkinci senenin ortalarında bu bölümün beni hiç mi hiç sarmadığını fark edip güzel sanatlara hazırlık kursuna gitmeye karar verdim. Üniversiteyi Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde tamamladıktan sonra İstanbul’a taşındım. Okuldan sonraki ilk profesyonel iş deneyimim Okan Bayülgen ve Şirin Ediger’in yanında sanat yönetmenliği oldu. Ulusal yayın yapan televizyon programları ve uluslararası bilinirliğe sahip markalarla çalışmak bana olgun bir bakış açısı ve büyük bir ekiple çalışma disiplini kazandırdı. Ardından bir yıllığına Paris’e taşındım ve orada Marni isimli haute couture markasıyla vitrin tasarımcısı olarak çalışma imkanı buldum. Bu esnada yeni yeni öğrenmeye başladığım Fransızcayı da geliştirdim.
İstanbul’a geri dönüp reklam ve sosyal medya sektöründe sanat yönetmeni olarak çalıştım. Aynı dönemde JBC Yayıncılık’ın yayınladığı Batman, Deadpool, Star Wars gibi markaların yayın sorumlusu olarak görev aldım. Çocukluğumdan beri tutkunu olduğum çizgi romanların üretim kısmında yer almak benim için yeni bir heyecan oldu.
2016’da Hollanda’ya taşındım. 2017’de kendi markam ve stüdyom olan Mano Figa’yı kurdum. Grafik tasarımdan çizerliğe geçiş yapmak için iki seneyi aşkın bir süre çizimin temelleri üzerine kişisel bir eğitim-öğretim sürecine girdim. Bu süreçte farklı ülkelerden farklı müşterilere işler ürettim. 2021 yılı benim için oldukça üretken geçti: İlk grafik romanım “Mooosieur Philippe” Fransa’da yayınlandı, ABD kökenli CZX şirketi için koleksiyoner kartları çizdim, dijital kolajlarım İtalya ve Almanya’da basılan dergide sınırlı baskılarda yer aldı.
Şu anda Richard Linklater’in Netflix’de yayınlanacak yeni rotoskop filminde 2D animatör olarak görev alıyorum.
Görsel iletişim tasarımı bölümünden mezun olduktan sonra farklı alanlarda edindiğin deneyimlerden seni en çok besleyenleri hangileriydi?
Okuldan mezun olduktan sonraki 10 sene içinde grafik tasarımdan oyunculuğa, yayın sorumluluğundan video montajlamaya, kamera arkasından metin yazarılığına farklı deneyimler edindim. Hemen her farklı görevin ve tecrübenin bana kattıklarını inkar edemem. Bu tecrübelerin kimisi bana hayatta ne yapmak istediğimi kimisi de ne yapmak istemediğimi öğretti.
Çizgi romanlara olan özel ilgin, hikaye çizme serüvenine nasıl dönüştü?
Okuma yazmayı okula başlamadan önce Susam Sokağı’yla öğrendim. Bu dönemde Ankara’da dedemin evinde bulduğum Tommiks ve Kızıl Maske ile tanıştım. 90’larda Salih Memecan’ın hazırladığı Dinozorus, yine aynı dönemlerde basılan Pilot, Varyemez Amca, Arkabahçe’nin yayınladığı X-Men, Örümcek-Adam, Batman gibi çizgi romanları okudum. Yaşım ilerledikçe Türkiye’de basılmış hemen her çizgi romanı tükettim.
2006 yılında, henüz üniversitede bir öğrenciyken JBC’nin kurucusu Ertan Ergil’le tanışmam benim için bir dönüm noktası oldu diyebilirim. Mezuniyetimden sonra bana Star Wars çizgi romanlarının grafik tasarım işlerini ve yayın sorumlusu pozisyonunu önerdi ve çocukluk tutkum ekmek kapım hâline geldi.
"Kitapların grafik tasarımını ve balonlamasını yaparken içimden devamlı olarak “Bir gün ben de bu sayfaları çizmek istiyorum.” dediğimi hatırlıyorum. Yine de Türkiye’de bir çizer olmak ve hayatımı bu meslekle kazanmak bana hayal gibi görünüyordu."
Hollanda’ya taşındığımda etrafımdaki insanların çizimlerimi beğenmesi, işlerimi satın almak istemesi ve benden siparişler istemeleri bana büyük bir cesaret verdi.
Bir senemi perspektif, anatomi, renk, vb. gibi sanatın temellerini tekrar öğrenmek ve hatırlamakla geçirdim. 2018 yılında portfolyomu toparlayıp New York Comic-Con’a gittim. Yayıncılar, yazarlar ve çizerleri tek tek ziyaret edip işlerimi paylaştım, fikirlerini aldım. Festivalde tanıştığım New York kökenli yazar Jonathan Martinez elindeki iki hikâyesini çizmemi istedi ve çizerlik maceram da böylece başlamış oldu.
Fransa’da yayımlanan ilk grafik romanın Mooosieur Philippe’nin ortaya çıkışı nasıl oldu ve bu iş sana neler kattı?
2019’un sonunda Paris’te yaşayan arkadaşım Thomas Mercier bana ulaştı. Bir yayınevinin çizer aradığını, işlerimi editörlere gösterdiğini ve yayınevinin benimle çalışmak istediğini söyledi. Ardından Editions Barometre’nin editörü Hubert Dupont ile iletişime geçtik. Paris sokaklarını kendine ev bellemiş Philippe’nin hayatını anlatacağımız bu kitap, evsizlik ve toplumun bu konuya nasıl baktığını irdeleyeceğimiz, sosyal içerikli bir eser olacaktı. Kitabın geliri de Philippe’e gidecekti.
Maddiyat, mülk, meslek, hayatta kalma, vb. konular üzerinde bolca kafa patlattığımdan, kitabın teması beni hızlıca içine çekti. Hemen anlaştık. Aynı ay içinde Paris’e yolculuk edip Hubert ve Philippe ile yüz yüze tanıştım. Philippe bize hayatını anlatacak, Hubert senaryoyu hazırlayacak, ben de kitabı resimleyecektim. Kitabı hazırlamamız altı ay kadar sürdü. İlk bölümünde Philippe’in hayatını anlattığımız kitabın ikinci bölümünü ise Sorbonne Üniversite’sinde sosyolog olan Marie Loison-Leruste hazırladı ve konu üzerine sosyolojik bir deneme yazdı.
Farklı milletlerden insanların bir araya gelip ortaya bir eser koyması benim için her zaman anlamlı bir deneyim oluyor. Çünkü bazı konuların, özellikle profesyonel üretimin dili, dini, ırkı olmadığını hatırlatıyor. Birbirini anlamak, en azından anlamaya çalışmak, diyalog kurabilmek kişileri büyüten bir süreç yaratıyor.
Mano Figa’nın hikayesinden bahseder misin?
Mano Figa, ilk olarak 2017 senesinde kendi kendimin patronu olmaya karar vermemle bir online bir portfolyo ve dükkan olarak kuruldu.
Ancak Mano Figa her şeyden önce bir sembol. Mano Fica/Figo hem antikiteden beri var olan müstehcen bir sembol hem de nazara karşı koruyuculuğuna inanılan bir el hareketi. Bu hareket eski Latin dünyasında “iyi şanslar” ve “iyi günler” anlamında kullanılırken, günümüz Fransa’sında ve ABD’de çocuklara yapılan “burnunu kaptım,” şakasına denk gelir. Fransa ve Birleşik Krallık yıllar boyunca savaştı. Fransız okçular savaş alanında İngilizler tarafından yakalandıklarında, yayı geren orta parmaklarının kesilmesi yaygındı. İngiliz okçuları Fransızları kışkırtmak için iki parmağını gösterip onları keseceklerini belirtiyorlardı. Fransız okçular bu duruma uyum sağlamak zorunda kaldılar ve yayı sadece orta parmaklarıyla çekmeye başladılar. Fransızlar, onları hiçbir şeyin durduramayacağını anlamaları için düşmanlarına orta parmaklarını göstermekten gurur duyuyorlardı.
Osmanlı okçuları ise Asya'nın geri kalanı gibi kısa yay kullanıyordu. Bu yayda çekiş baş parmakla yapılır. Nah, yayın geriliş hareketiydi. Beni büyüleyen, bu jestin Türkiye'de de “Nah” demek için kullanılmasıdır.
'Nah' veya 'Mano Figa' büyülü bir semboldür. Nah “çekerek” acıyı, zevki, nefreti, şansı, hurafeyi ve aşkı tarif edebilirsiniz. Kızgın, yaramaz, oyuncu ve kaba olabilirsiniz. Dünyanın her yerinde kullanılabilmesi ve her yerde farklı bir anlam kazanması Mano Figa'ya çok kültürlü ve "sınırsız" bir statü kazandırıyor.
Kariyeri boyunca farklı ülkelerde yaşamış bir tasarımcı olarak yaşadığın farklı coğrafyaların tasarım anlayışında nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsun?
Her ülke ve coğrafyanın tarihi, sosyal ve kültürel arka planı, ekonomisi, toplumun hangi konulara daha duyarlı olduğu, o bölgenin insanının tasarım anlayışını değiştiriyor.
Örnek vermek gerekirse, Türkiye’de sokağa çıktığınızda ülkenin kaotik ve çok katmanlı yapısı itibarıyla renk ve şekil cümbüşüne düşersiniz. Kuzey ülkelerinde ise bu kaostan eser bulamazsınız. Minimal tasarımın her yere yayıldığı ülkelerdir bunlar. Duru bir dil izlenir.
Bu farklılıkların zenginlik olduğuna inanıyorum. Günün sonunda “iyi” tasarımın, karşındakine derdini anlatabilen iş olduğunu düşünüyorum. Her tasarım minimal ve “modern” olmak zorunda değil. Aksi takdirde tek dilli bir dünyada yaşardık ve farklılıklardan beslenemezdik. Önemli olan izleyene mesajı ulaştırabilmek.
"Tasarım tarzımı 3 kelimeyle ifade etmem gerekse; Doğu ve Batı’yı harmanlayan, içgüdüsel ve iş birliğine açık olurdu."
Üretim sürecinde dijital ve analog tekniklerden nasıl yararlanıyorsun?
Her iki teknikte üretim yapmayı çok seviyorum.
Kağıt, kalem, mürekkep, tuval ve boyayı hissetmek benim için bir zevk. Çoğu zaman geri dönüşü olmayan, bolca rastlantıya açık olan geleneksel üretimin yeri benim için apayrı. Gelen siparişler ve talep doğrultusunda bu üretim tekniğini kullanmaya hâlâ devam ediyorum.
Yine de bugünlerde çağın da gereksinimi olan dijitalde daha çok üretim yapıyorum. Özellikle şu sıralar üzerinde çalıştığım animasyon filmler bilgisayar ve tablet üzerinde üretiliyor. Sanat yalnızca kendim için yaptığım bir şey değil ve olamaz da. İnsanlığa ve insanlığın ortak hazinesine hediye edeceğiniz işler günceli yakalamak, ortak hisleri paylaşmak ve aynı zamanda yenilik getirmek durumunda.
"Rutinin dışına çıkmak ve konformist yaklaşımdan uzaklaşmak en büyük ilham kaynağım."
İlham tazelemek için neler yaparsın? Bu alanda ya da farklı disiplinlerde çalışmalarını merakla takip ettiğin isimler kimler?
Rutinin dışına çıkmak ve konformist yaklaşımdan uzaklaşmak en büyük ilham kaynağım. Çünkü ne zaman bunu yapsam etrafı bir anda eskisinden daha farklı görmeye ve olan bitene yeni anlamlar yüklemeye başlarım. Yeni coğrafyaları ziyaret etmek, uzaklardan insanlarla tanışmak, “normal”in ne olduğunu sorgulamak benim için çok önemli.
İşlerini severek takip ettiğim sanatçılardan aklıma ilk gelenler Joan Cornellà, Carpenter Brut, Wes Anderson, Alice X. Zhang, Lalalar, Milo Moire, Taika Waititi oluyor.
Gelecek için heyecanlı mısın? Planlarında neler var?
Gelecek için her zaman heyecanlıyım, özellikle orada neler olacağını bilmediğim için. Planlar ve arzular geniş bir yelpazede olmalı, rastlantılara yer verilmeli diye düşünüyorum. Hayat sürprizleriyle güzel. Fakat şunu biliyorum; çizmeye ve üretmeye devam etmek, mümkün olduğu kadar farklı coğrafyalarda yaşamak, yenilikler tatmak istiyorum. Bildiğim bu. Şimdilik başka planım yok.